On Dördüncü Hadis-i Şerif

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, Rabbinden naklen şöyle anlatıyor:

- “Allâh-u Teâlâ şöyle buyurdu:

O kimse ki kazama rıza göstermez, belâma sabretmez, verdiğim nimete şükretmez... Artık varsın benden başka Rab arasın...”



Bireysel bakışı oluşturan kesitsel algıya (beş duyuya) göre varlık her ne kadar birbirinden kopuk, dağınık ve uyumsuz gelse de...

Varlığa özden yönelerek basiretle baktığımızda, tasavvufta “zıtları cem etmek” diye ifade edilen, tüm boyutları ve sayısız türleriyle EVRENin, Allah ilminde bir NOKTA tekilliğindeki holografik varlık yazgısının sistemsel açılımı/işletimi içinde gelişerek meydana gelen evrensel bir mekanizmanın (astroloji ilmi bu mekanizmayı inceler) içsel çok boyutlu hologram/hayal olduğu görüşü, KADER kavramının esasını oluşturur.

Örneğin hücre DNA’sındaki genetik kodlar, insanın verasındaki (derûnundaki) holografik varlık yazgısıdır. Kur’ân ifadesiyle insanın “Levh-i Mahfuz” udur.

İnsan varlığını oluşturan bu yazgının açılım/işletim sistemi bilgisi (Kur’ân-ı Meciyd) dahi genlerine kodlanmıştır. Yani insan, Allah ilminde bir NOKTA olan hücre tekilliğindeki genlerine kodlanmış yazgısının sistemsel açılımı içinde gelişerek meydana gelen beden-beyin mekanizmasının içsel bir hologramıdır.

Burûc Sûresi, 21 ve 22’nci ayetler bu gerçeği şöyle işaret eder:

“Allah, onların verasından (derûnlarından) ihâta edendir!”

“Üstelik O, Kur’ân-ı Meciyd’dir. “

“Levh-i Mahfuz’dadır!”

Hücre tekilliğindeki genlere kodlanmış yazgı, nasıl bir yol izleyerek kendi içinde insan isimli hologramı meydana getirmektedir?

Cevap, Secde Sûresi, 4 ve 5’inci ayetlerdedir:

“Allah, O ki semâlar (gökler veya nefs mertebeleri olan bilinç düzeyleri) ve arzı (yeryüzü veya beden-beyin) ve ikisi arasında olanları altı aşamada – süreçte (insan itibarıyla 6 aşama: 1. Sperm/yumurta, 2. Döllenme (zigot), 3. Geometrik hücre çoğalması, 4. Hücre farklılaşması, 5. Organların oluşması, 6. Farklılaşan organların işlev kazanması – şuur ve duyuların oluşması. A.H.) yarattı, sonra Arş’a istiva etti (Esmâ özellikleriyle fiiller âleminde tedbirâta başladı) ... Sizin O’ndan başka ne bir Veliyy’niz ve ne de bir şefaat ediciniz vardır. Hâlâ bunu düşünüp, değerlendirmiyor musunuz?”

Yine Mu’minun Sûresi, 12-15’inci ayetlerde bu husus şöyle açıklanmaktadır:

“And olsun ki insanı tıyn’den (balçıktan; su + mineral terkibinden) meydana gelen bir sülaleden (sperm – genetik yapıdan) yarattık. “

“Sonra onu sağlam bir karargâhta bir nutfe oluşturduk.”

“Sonra o nutfeyi bir alaka (genetik yapılı embriyo) yarattık, sonra o alakayı bir mudga (bir çiğnemlik et) yarattık, sonra o mudgaya kemikler yarattık, nihayet o kemiklere de et giydirdik… Sonra onu bir başka (ruhun oluşumu) ile inşa ettik… Yaratıcıların en güzeli Allah, ne yücedir!”

“Sonra, muhakkak ki siz bunun ardından elbette öleceksiniz (biyolojik bedensiz yaşama geçeceksiniz).”

“Sonra, kesinlikle siz kıyamet sürecinizde (olarak ölümün akabinde) bâ’s olunacaksınız (yeni bir beden yapıyla yeni bir boyutta yer alacaksınız).”

Kesinlikle yaratıcıların en güzeli Allah, ne yücedir!

Ve ne muhteşem bir mekanizmadır KADER...



PEKİ BİZ Kur’ân’da açıklandığı üzere ve Allah Rasulü (s.a.v.) tarafından bildirildiği bir biçimde kadere iman etmezsek ne olur?

Bedenin kesitsel algılama araçlarının etkisi altında, varlığın TEKLİĞİ ve BİRLİĞİ gerçeğinden (evren ismi altında Esmâ’sı ile ilminde yüz gösterenin tekliği dolayısıyla gayrından münezzeh oluşundan) bihaber, kendimizi ve algıladıklarımızı Allah Esmâ’sı dışında ayrı birimler olduğu zannı ile başkalaştırır, yaşamımızı gaflet içinde sürdürmeye devam ederiz.

Etrafımızdakilerin, bireysel varlığımızın istek ve arzularına göre davranmalarını ister; bireysel varlığımızın istek ve arzularına göre olayların gelişmesini bekleriz...

İsteklerimiz ve beklentilerimiz karşılanmadığında, buna sebep olduğunu düşündüğümüz başkalarını hedef alır, onlarla mücadeleye girer, kavga eder, suçlar, kınar, üzer ve üzülürüz; isteklerimiz ve beklentilerimiz karşılık bulduğunda ise, bu defa buna sebep olduğunu düşündüğümüz başkalarını sever, över, yüceltiriz.

Evet, Allah ismiyle açıklanan hakikatin Vahidü’l-Ahad-üs Samed (sayısal çokluk kabul etmez som TEK) oluşunu; ilminde Esmâ’sının seyri için bir sistem ve düzen içinde meydana getirdiği evren gerçeğini; bu gerçeğe göre bin yıl ya da yüz milyar yıl sonra olacaklar değil, SONSUZDA olacakların belirlenmiş olduğunu anlayıp bu gerçeğe iman etmediğimiz sürece halimiz, Don Kişot’un yel değirmenleriyle savaşına benzer ya da zavallı tavşanın dağa küsmesi kadar anlamsız ve saçmadır.

Hadiyd Sûresi, 22 ve 23’üncü ayetleri bu konuda bizleri şöyle uyarır:

“Arzda (bedeninizde - dış dünyanızda) ve nefslerinizde (iç dünyanızda) size isabet eden hiçbir musibet yoktur ki bizim onu yaratmamızdan önce, bir kitapta (ilim boyutunda oluşmuş) olmasın! Muhakkak ki bu Allah üzerine çok kolaydır!”

“(Bunu bildiriyoruz) ki elinizden kaçana üzülmeyesiniz ve size verdiği ile de sevinip şımarmayasınız! Allah çok övünen kibirli hiçbir kimseyi sevmez!”



ÖZETLE konumuz olan Kudsî Hadis’te: “O kimse ki kazama rıza göstermez, belâma sabretmez, verdiğim nimete şükretmez... Artık varsın; benden başka Rab arasın...” denmek suretiyle, kadere iman etmenin önemi belirtilmektedir.

Kudsî Hadis’teki: “benden başka Rab arasın…” ifadesi, “gerçeklerle örtüşmeyen ve gerçeklerden sapmasına yol açan kuruntularına tâbî olsun” anlamınadır. Câsiye Sûresi, 23’üncü ayet bu hususa şöyle açıklık getirir:

“Hevâsını tanrı edinen; (bu yüzden) Allah’ın onu bilgisi (kabulü) doğrultusunda saptırdığı, algılaması ve hakikati hissedişini kilitlediği, görüşüne perde koyduğu kimseyi gördün mü? Allah’ın bu uygulamasından sonra onu kim hakikate erdirebilir ki! Hâlâ düşünüp değerlendirmez misiniz?”



RIZA HALİ... Olmuş, olan ve olacak her ne varsa, ismi Allah olan Vahidü’l-Ahad’ın (sayısal çokluk kabul etmez TEK’in) ilminde takdir ettiği yazgıya göre Esmâ’sıyla yüz göstermekte olduğu müşâhedesi içinde kendini tanımanın hissettirdiğidir.



NİMET ise, Allah ilminde Esmâ’sı ile vücud bulmaktır.

İnsan için nimet, tüm Esmâ’nın beynine talimi dolayısıyla yeryüzünde hilafet kapasitesiyle meydana gelmiş (bedensel değil!) evrensel bir yaradılışa sahip olduğunu anlamasıdır.

Risâlet ve Nübüvvet bildirimleri, bu nimete şükretme (değerlendirme) öğretisidir.

Bu öğretiden asgarî şartlarda yararlananlar (Esmâ ile var olma nimetine şükredenler), hem ölüm ötesi yaşamın tehlikelerine karşı gerekli korunmayı sağlarlar; hem de kendilerini sonsuzda mutlu kılacak gerekli Esmâ’yı kuvveye dönüştürmüş olurlar.

Bu öğretiden azamî şartlarda yararlanan seçkinler ise, varsayımların oluşturduğu türlü perdeleri kaldırmanın getirisi olan Esmâ şuuruyla yaşama nimetine ererler. O seçkinlerin halini bir Kudsî Hadis şöyle tarif eder:

“Kendim için seçtiğim kullarım var ya, işte onlar. Kerâmet fidanlarını kendi kudret elimle dikip mühür altına aldım. Onların halini ne bir göz görür, ne bir kulak işitir, ne de beşerden herhangi bir kimsenin kalbine bu konu girmiştir.”

Doğrusunu bilen Allah’tır...