On Yedinci Hadis-i Şerif

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, Rabbinden naklen şöyle anlatıyor:

- “Allâh-u Teâlâ şöyle buyurdu:

- Ben, uğrumda, kalbleri kırık olanların yanındayım.”



Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz bir açıklamasında der ki: “Şefaatim ümmetimden ehl-i kebâiredir (büyük günah işleyenleredir)...” Çünkü ölüm ötesi yaşamın azabından korunmak için yanlışlarından arınmaya en çok onların ihtiyacı vardır.

Bunun gibi “kalbleri kırık olanlar” ise, hakikatlerinin Allah Esmâ’sı olduğunu bilmelerine rağmen, Esmâ ilmi ile kendini tanıyıp, Esmâ kuvveleriyle tahakkuk edememe üzüntüsüyle (aşkınlık ateşiyle) yananlardır. İşte bunlar, Allah nusretine en çok ihtiyaçları olanlar olduğundan Kudsî Hadis’te: “Ben, uğrumda, kalbleri kırık olanların yanındayım...” şeklinde ifade edilmiştir.

BİR ÖNCEKİ Kudsî Hadis’te demiştik ki:

“Aslında tüm mesele beyni, arzumuza erdirecek çalışmalarla harekete geçirmemizdir(!)... ki bir Esmâ potansiyeli olan beyin, Allah ismiyle açıklanan hakikati bilmemizi, hissetmemizi ve gereğini yaşamamızı sağlayacak gerekli Esmâ’yı kendinde kuvveye (beyin devresine) dönüştürebilsin. Böylece Allah ilminde Esmâ’sının açığa çıkış seyri dışında var sanılanların evhamdan başka bir şey olmadığı gerçeği idrak edilebilsin.”

Şimdi burada önemli bir incelik var...

Hakikati bilmek ve gereğini yaşamak için yapılan arınma çalışmalarının, kişide vehmin tesirini öncelikli olarak hangi konularda ve ne ölçüde azaltacağı (nasıl bir yol izleyeceği) kişiden kişiye değişir. Dolayısıyla vehmin tesirinin azalmasıyla hakikate dair hangi gerçeğin ne kadar gün ışığına çıkacağı kişiden kişiye farklılık gösterir.

Bu hususta kişinin genetik veri tabanının, anne rahminde beynin oluşumu sürecinde aldığı kozmik/astrolojik tesirlerin ve yetiştiği çevrenin önemli bir rolü vardır.

İşte bu sebeptendir ki vehmin bilinç üzerindeki tesirini azaltma yolunda yapılan arınma çalışmalarının getireceği hakikat müşâhedesi, insandan insana farklı bir yol izler.

Kiminin müşâhedesi dile gelmez...

Kiminin müşâhedesi anlatmakla bitmez...

Kiminin müşâhedesi kendine yetmez...

Müşâhededen amaç, kişinin Allah ismiyle açıklanan hakikati (Hakikatin, Vahidü’l-Ahad-üs Samed/sayısal çokluk kabul etmez som TEK olduğunu) bilmesi ve hakikatinin vasıflarıyla (beynine programlanan Esmâ ile/Rabbanî kudretle) tahakkuk ederek selamet bulmasıdır.

Hakikati hissetme nesnemiz olan kalbimiz (beyindeki epifiz), bedenin tabiatı ve yetiştiğimiz çevrenin bedensellik kabulüne dayalı çeşitli varsayımların etkisi altında bastırılmış; prefrontal korteksteki aklî işlevlerde (beyindeki tefekkür ve muhakeme mekanizması), bu varsayımların oluşturduğu koza dünyası içine hapsedilmiştir.

Kişi, bedenin beyin üzerindeki bu baskısından kurtulup, düşünce gücüyle koza dışına çıkarak hakikate ermesi için, öncelikle kendisinin (bedensel değil!) evrensel (transcendent/aşkın) bir varlık olduğuna iman etmek zorundadır. Sonra da bu anlayışın gereğini yaşaması için bedenin tabî istek ve arzularını kontrol ederek, bedenin beyin üzerindeki etkisini asgariye indirmesi ve bedensellik fikrinden kaynaklanan her türlü varsayımlarından bilincini arıtması gerekir.

Bu konuda insanlara yardımcı olmak için Rasuller ve Nebîler irsal olmuştur.

Risâlet işlevi, insanlara hakikatlerini bildirme işlevidir.

Nübüvvet işlevi ise, hakikatin gereğini yaşamak için yapılması ve yapılmaması gerekenlerin bildirimidir.

Risâlet ve Nübüvvet işlevi, insanlığın ebedî saadeti yolunda gerekli soru ve sorunlarına çözüm oluşturacak bilginin, evrenin holografik yapısından boyutsal bir geçişle kişinin beynine inzâl olması, beyinsel işlevlerden geçerek bilincine yansımasıdır (fark edilir hale gelmesidir). Buna vahiy almak denmiştir. Vahiy kaynaklı bilginin insanlara açıklanmasına da irsâl denilir. İrsâl yollu açıklanan varlığın hakikati bilgisi, oluşum sistemi gerçekleri ve bu gerçeklere dayalı olarak yaşam bilgisine ise kısaca DİN denmiştir.

İşte hakikatlerinin Allah Esmâ’sı olduğunu bilmelerine rağmen, Esmâ ilmi ile kendini tanıyıp, Esmâ kuvveleriyle tahakkuk edememe üzüntüsüyle yanan o kalpler kırıklar, Risâlet ve Nübüvvet bildirimlerine en çok ihtiyaç duyanlar olarak, Din bilgisini en iyi değerlendirenler olacağından Kudsî Hadis’te mecazen: “Ben, uğrumda, kalbleri kırık olanların yanındayım” diye ifade edilmiştir.

AYRICA BU KUDSÎ HADİS’İN, “Secret Law of Attraction” olarak bilinen sistemin çekim yasasıyla da ilgisi vardır.

Bu yasaya göre kişi, kendini meşgul eden konuyla ilgili yaydığı düşünce ve duygu dalgalarıyla aynı veya yakın frekansta olanları kendi yaşamına çekerek dünyasını dizayn eder. Bu sebeptendir ki Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz: “dua ibadetin özüdür” diyerek, düşünce gücünün önemine işaret etmiştir!

Ayrıca: “Müminin niyeti amelinden hayırlıdır” ve “ameller niyetlere göredir” açıklamalarıyla, yine yapmakta olduğumuz işlerde düşüncemizin esas belirleyici unsur olduğu belirtilmektedir.

Bakara Sûresi, 284’üncü ayet bu gerçeği şöyle açıklar:

Semâlarda ve arzda ne varsa Allah’ındır (Esmâ’sının açığa çıkması için)… Bilinçlerinizde (düşündüğünüz) ne varsa, açıklasanız da gizleseniz de Allah varlığınızdaki Hasiyb ismi özelliğiyle size onun sonuçlarını yaşatır. Dilediğine mağfiret eder (örter), dilediğine de azap verir. Allah her şeye Kaadir’dir.

Dolayısıyla kişinin beyni hakikati bilme ve gereğini yaşama konusuyla meşgulse, bu konuda yayılan düşünce ve duygu dalgaları, sistemin çekim yasası gereği hakikatini bilmeyi ve gereğin yaşamayı sağlayacak kişi ve olayları yaşamına çekecek, böylece Allah’ı yanında bulacaktır.

Doğrusunu bilen Allah’tır...



GAVS-I Â’ZÂM ABDÜLKÂDİR GEYLÂNÎ (K.S.) Hz. lerinin bu konuda bize öğrettiği dua:

“Rabbi inniy mağlubun fantasır, vecbür kalbil münkesir, vecmâ’ şemlil müddesir, inneke enter rahmânül muktedir; ikfiniy yâ Kâfiy fe enel abdul muftekır ve kefâ Billâhil veliyyen ve kefâ Billâhil nasıyra; inneş şirke lezûlmün aziym. Ve mallahu yuriydu zulmen lil ibad. Fekutia dabirul kavmilleziyne zalemû, velhamdulillâhi rabbil âlemiyn.”

Anlamı:

“Rabbim, yenildim; behemehâl yardım et - nusretinle muzaffer eyle... Parçalanmış kalbimi (hakikati hissediş nesnemi) birleştir bütünleştir - tekleştir... (Orijinalliği) örtülmüş şemlimi (bütünsellik ortaya koymayan dağınık anlayışımı) cem eyle... Zira sen, evet sen kesinlikle Muktedir Rahmân’sın... Bana yet, ey Kâfiy; zira ben, senin hiçbir şeyi olmayan (tüm varlığı sana ait mutlak muhtaç) kulunum... Veliyy olarak “Allah” ismiyle işaret edilen (hakikatiniz) yeter, Nasıyr (düşmanının aleyhine kuluna yardım eden) olarak da “Allah” ismiyle işaret edilen (hakikatiniz) yeter... Kesinlikle şirk Aziym bir zulümdür ve Allah, kulları için zulüm irade etmez... Zulmeden topluluğun arkası kesilmiştir; Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir...”