Otuz Beşinci Hadis-i Şerif

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz , şöyle buyurdu:

- “Dünya sevgisi, her hatanın başıdır...”



Bu hadisle ilgili olduğunu düşündüğüm Rad Sûresi, 19-24’üncü ayetleri okuyalım...

“Rabbinden sana inzâl olunan Hak’tır; gerçeğini gören kişi, buna kör olan kişi gibi midir? Yalnızca, derin düşünebilen akıl sahipleri bunu idrak edebilirler!”

“Onlar (hakikate erenler), Allah ahitlerine uyarlar (Allah’ın varlıklarında açığa çıkardığı hakikat bilgisinin gereğini yaşarlar) , mîsaklarını (yaratılış fıtriyetlerini) bozmazlar.”

“Onlar, Allah’ın BİRleştirilmesini emrettiği şeyi BİRleştirirler (“oluşmuş benlik”le “orijin benlik”in “bir”leşmesiyle oluşan yaşam boyutu); Rablerinden (Esmâ özelliklerinin muhteşem sonsuzluğundan) haşyet duyarlar; hesabın kötüsünden (hakkını vermemenin sonuçlarından) korkarlar.”

“Yine onlar Rablerinin vechini (cennet yaşamı olan rabbanî kuvvelerin açığa çıkışı yaşamını) arzulayarak sabrettiler (mevcut şartlarına) ; salâtı ikame ettiler ve kendilerinde açığa çıkardığımız yaşam gıdasından gizli ve açık olarak bağışta bulundular... Yaptıkları yanlışları (arkasından yapacakları) güzel fiillerle yok ederler... İşte onlarındır geleceğin vatanı!”

(Geleceğin yurdu) Adn cennetleridir (hakikatlerindeki Esmâ kuvveleriyle bilinçli olarak yaşama mertebesi) ... Ana-babalarından, eşlerinden ve zürriyetlerinden salâha erenler (düzelip uyumlu hâlde yaşayanlar) ile BİRlikte (aynı hakikati yaşayarak) oraya girerler... Melekler de her kapıdan onların üzerine girerler (o boyutun yaşamı için gerekli kuvveler de her kanaldan kendilerinde açığa çıkar)!”

“Selâmun aleyküm (Selâm ismiyle işaret edilen kuvvesi sizde açığa çıksın) sabretmenizin sonucu... Son vatan ne güzel!” ( “Vatan sevgisi imandandır” hadisinde işaret edilen “vatan” budur. A.H.)



BEDENSEL ALGILAMANIN (beş duyunun) yetersizliği dolayısıyla bizim evren diye tanımladığımız devasa yapı, Kur’ân ve Rasulullah açıklamalarında “Vechullâh” diye bildirilen, ismi Allah olan Vahidü’l-Ahad’ın (sayısal çokluk kabul etmez TEK’in) ilminde Esmâ’sı ile işaret edilen kemâl vasıflarının açığa çıkış seyri olarak, Allah’ın varlığıdır.

İnsan, tüm Esmâ’nın beynine programlanmasıyla, ismi Allah olanı kemâliyle (evrensel boyutlarda) tanıması, hissetmesi ve yaşaması için meydana gelmiştir.

İnsan düşünce gücüyle kozasını oluşturan bedensel algı kayıtları dışına çıkıp, evrensel boyutlara açılabildiği oranda “cennet” diye tarif edilen aslî yurduna döner.

Bakara Sûresi, 35 ’inci ayette insanın aslî yurdu şöyle açıklanmaktadır:

“Ey Âdem, sen ve senin hâlini, yaşamını paylaştığın (eşin - bedenin), cennet boyutunu mesken edinin. Dilediğinizce bu boyutun nimetleriyle yaşayın ve şu ağaca da yaklaşmayın, (yaklaşırsanız) zâlimlerden olursunuz.”

Evet, Esmâ hakikatinden meydana gelen ve bir şuur varlık olan insanın aslî yurdu “cennet”tir.

Bedenin kesitsel algılama araçlarından (beş duyudan) gelen veriler ve biyokimyasal etkiler beyinde dünya algısı meydana getirir ve bu algıya göre de bilinç oluşur. Yani beden kaynaklı verilerin beyinde oluşturduğu algı ve bilinç, kendimizi bedensel varlık kabul etmemize yol açar.

Cennet ise gidilecek bir mekân olmayıp, epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekansların beyin faaliyetlerini artırmasının meydana getireceği algı genişliği ile evrenin hakikati olan Allah ilminde yayılımdır.

Bilinci bedensel algı sınırları içinde hapsolmaktan kurtulup, zaman-mekân kavramlarının hiçbir değer ifade etmediği teklik noktasından (kuantsal boyuttan) bakışla holografik evrende kendimizi tanıma kapısını aralamış oluruz.

Bunun nasıl bir şey olduğunu sadece düşünebilmek bile başlı başına bir mucize ve çok heyecan verici bir duygudur... Yaşamı ise hayallere sığmaz.

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz : “Dünya imanlının zindanı, kâfirin cennetidir” diyerek, bedensel algılama sınırları (koza dünyası) içinde kayıtlı bir yaşam sürmenin, iman ehli için zindanda yaşamaktan farksız olduğuna işaret eder ve bir başka açıklamasında bir imanlının ölümünü zindandan çıkmasına benzetir.

Konumuzla ilgili bir başka Kudsî Hadis’te Allah şöyle buyurur:

“Ben dünyaya dostlarım için acı, bulanık, dar ve sıkıntılı olmasını vahy ettim. Tâ ki bana kavuşmayı özlesinler. Ben dünyayı dostlarım için bir zindan, düşmanlarım için de bir Cennet olarak yarattım.”

Hz. Mevlânâ (k.s.) ölümü Hakk’a vuslat olarak görmüş ve: “Bizim ölümümüz, ebedî düğündür” diyerek, ölüme Şeb-i Arus (düğün gecesi) demiştir.

Kendini bedensel varlık kabul eden bir kişi, bedenin dünyasını aslî vatanı olarak görür.

Kendini bedensel varlık kabul edenin gayesi, ölümlü bedenin geçici dünya nimetleridir. Bu yüzden aslî yurduna dönüş aşamalarından oluşan ölüm ötesi yaşamın şartlarına hazırlanmaktan geri kalarak, sonsuz yaşamını kendi elleriyle “cehennem” diye tarif edilen azap ve ıstırap ortamına çevirir.

İşte bu yüzden: “Dünya sevgisi, her hatanın başıdır...”

Hadiyd Sûresi, 20 ve 21 ’inci ayetler bu konuda bizi şöyle uyarır:

“İyi bilin ki dünya hayatı sadece bir oyundur, bir eğlencedir, bir süstür; aranızda bir büyüklenme ve mallarda ve evlatta çoğalma yarışıdır! (Bunlar) şu misaldeki gibidir: Yağmurun yeşerttiği ekinle mutlu olurlar ama sonra bakarsın ki o yeşillikler kurur, sararır ve toprak olur hepsi! Sonsuz gelecek yaşamda ise ya şiddetli bir azap veya Allah’tan bir mağfiret ve Rıdvan vardır. Dünya hayatı nesneleri, kendini aldatmaktan başka bir şey değildir.”

(O hâlde) Rabbinizden bir mağfirete ve Esmâ’sıyla hakikati olan Allah’a ve Rasullerine iman edenler için hazırlanmış olan, genişliği semâ ve arzın genişliği gibi olan bir cennete, yarışarak koşun! İşte bu Allah’ın fazlıdır ki onu dilediğine verir! Allah, Zül Fadlil Aziym’dir (büyük lütuf sahibidir).”

Doğrusunu bilen Allah’tır...