İNSAN VE SIRLARI
KIYAMET HÂLLERİ

İşte bundan sonra cehennemin tam ortasına sırat köprüsü kurulacak...

- Ümmetini en evvel oradan geçirecek olan benim!

Müslimdeki rivayette;

- Sonra cehennemin üstüne köprü kurulur ve şefaate izin verilir ve “İlâhî bizi selâmette bırak, selâmette bırak” diye dua edilir. Sırattan en evvel geçmek ümmeti Muhammedîye aittir. Sonra bu münadi “Muhammed nerede” diye nida edecek. Bunun üzerine Rasulullah sallâllâhu aleyhi vesellem ayağa kalkıp, iyisi, fâciri hep birlikte olmak üzere bütün ümmeti de arkasına düşecek ve köprünün yolunu tutacaklar.

Allâh-u Teâlâ o zaman düşmanlarının nûru basarlarını ellerinden alacak ve bunlar sağlı sollu cehennemin içine sapır sapır dökülecekler. Ve yalnız Nebî Ekrem sallâllâhu aleyhi vesellem ile sâlihler necat bulacaklar.

Nitekim Rasulullah buyurduktan sonra:

- Ümmetler bize yol açacaklar. Biz de âzamızdaki abdest eserlerinden dolayı, yüzlerimiz nûrlu, ellerimiz ve ayaklarımız sekili olarak geçeceğiz. Ümmetler de bize baktıkça bu ümmetin hep enbiya olmasına az bir şey kalmış diyeceklerdir. O gün Rasullerden başka hiçbir kimse konuşamaz ve kelâm edemez.

Rasullerin de o günkü kelâmı “İlâhî selâmet ver”den ibaret olacak.

Sıratın yanına gelince Allahû Azze ve Celle Hazretleri her birine de bir nûr verir. Sıratın yokuş yerini aşıp da tam düzlük yerine geldiklerinde, münafıkların nûrlarını Allah alır. Münafıklar müminlere;

- Aman bizi bekleyin nûrunuzdan biraz iktibas edelim , derler. Müminler de:

- Ey Rabbimiz, nûrumuzu daha ziyade tamamlayıp, parlat... niyazında bulunurlar.

O sırada hiçbir kimse hiçbir şeyi aklına getiremez. Sırat üzerinden geçilirken; müminlerin kimi göz kırpacak zaman içinde, kimi şimşek gibi, kimi rüzgâr gibi, kimi kuş gibi, kimi alayörük cinsi at ve deve gibi süratle geçerler. Onlara,

- Nûrunuzun miktarınca kurtuluşa koşun! denir.

İbn-i Mesûd, sürati aşağıda sıraya koyar:

- Göz açıp kapaması kadar; bir şimşek hızı; bir meteor, yıldız süzülüşü, rüzgâr, at hızı, deve hızı süratleri; sonra, nûru yalnız ayaklarının başparmağında olarak verilen kimsenin yüzükoyun yürüyerek elleri ve ayakları ile emeklediğini ve bir kolunu çekse öteki kolunu, bir ayağını çekse öteki ayağının takıldığını ve kurtuluncaya kadar da ateşin yanlarına çarptığını anlatır.

- Cehennemde sadan dikenlerine benzer çengeller vardır. Sadan dikenlerini hiç gördünüz mü? Evet, işte bu çengeller sadan dikenlerine benzerler. Ancak şu var ki ne kadar büyük olduklarını ancak Allâh-u Teâlâ bilir. İşte bunlar insanları kötü amellerinden dolayı kapıp alırlar.

Bu arada kimi koşarak, kimi yürüyerek geçer; derken sonuncuları karın üstü sürünerek gider de;

- Yâ Rab beni neden bu kadar geç bıraktın? der. Cenâb-ı Rabb-ül Âlemîn de;

- Seni geç bırakan, senin kendi amelindir , buyurur. Nitekim Sûre-i Tahriymde,

Müminlerin nûrları önlerinden ve sağ taraflarından yürür, müminler; Yâ Rabbi şu nûrumuzu daha ziyade tamamlayıp parlat bize mağfiret et derler.

Nitekim Sûre-i Hadiyd’de de şöyle anlatılır:

“O günde münafık erkekler ve kadınlar iman edenlere; ‘Aman bizi bekleyin de nûrunuzdan biraz iktibas edelim’ derler. Lâkin kendilerine, ‘Geri dönün, nûru orada arayın’ denilir. Bunun üzerine müminlerle münafıklar arasında kapısı olan bir sur kurulacak ki kapının içi rahmet, dışı da azaptır!”

- Münafık ve mümin, bunların her birilerine birer nûr verilir sonra yine ardına düşerler. Cehennem köprüsü üzerinde bir takım çengeller ve dikenler vardır ki; Allah’ın dilediği kimseleri yakalarlar. Derken münafıkların nûrları söner. Sonunda müminler kurtulur.

70 bin kişi olan ilk zümre dolunay gibi nûrlu geçip kurtulurlar. Hiç hesap da görmezler. Onlardan sonra gelenler gökyüzündeki en parlak yıldız gibidirler! Sonra diğerleri de böylece geçerler.

Sıratın her iki yanlarında asılı duran çengeller vardır ki kimi yakala denirse onu yakalamaya memurdurlar.

Bu çengeller:

- Cehennemin etrafı şehvetlerle arzularla sarılmıştır, diye işaret buyurulan şehvetlerdir. İstek ve arzulardır. Bu istek ve arzular sıratın yan taraflarına konmuştur. Her kim onlara aldanırsa cehenneme düşer, zira onlar cehennemin çengelleridir denir. İşte kötü amelleri dolayısıyla helâk olurlar. Kimisi hardal gibi ezim ezim edildikten sonra ancak necat bulurlar.

- Yâ Rasulullah köprü nedir? diye sorulduğunda buyurdu ki;

- Üstünde çengeller bulunan kaypak bir şeydir! Kulağıma çalındı ki sırat kılıçtan keskin, kıldan incedir. Bunların kimi sapasağlam ve olduğu gibi kurtulurlar, kimi tırmıklar içinde perişan olarak salıverilirler, kimi de cehennem ateşi içine sapır sapır düşerler. Nihayet sonuncuları sürüklene sürüklene geçer ve kurtulur. En nihayet Allâh-u Teâlâ ve Tebâreke hazretleri kulları hakkında hüküm ve kazayı abdini icra ve ikmal edip rahmeti ilâhîsiyle ehli ateşten dilediklerini cehennemden çıkarmaya meşiyeti rahmânisi taalluk ettiğinde, melâikeyi kirâma, rahmeti ilâhîyeye nailiyetleri murat olanlardan;

Allah a şirk koşmamışlardan, ‘Lâ ilâhe illâllâh’ diye şahâdet etmişleri cehennemden çıkarın” diye ferman buyrulur.

Onları; varlıklarındaki, bedenlerindeki secde eserlerinden tanırlar ve öylece çıkartırlar. Allâh-u Teâlâ secde eseri yerlerini mahvetmeyi cehennem ateşine haram kılmıştır.

- Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin olsun ki bugünkü günde apaşikâr olmuş, hakkını kurtarmak için hiçbirinizin yalvarıp yakarması, o dehşetli günde âsi mümin kardeşleri arasından çıkıp kurtulan müminlerin, kalanlar için Cebbâr-ı Zül Celâl Hazretlerine yalvarıp yakarmasına benzemez. Kurtulanlar o zaman diyecekler ki;

- Ey Rabbimiz bu kalanlar bizim kardeşlerimizdir. Bizimle beraber namaz kılar, oruç tutar, hac eder ve her türlü ameli sâlihada bulunurlardı.

Cenâb-ı Hak Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri de;

- Haydi gidin, kalbinde bir dinar ağırlığında iman ve yakîn olan her kimi bulursanız çıkartın.

Hak Teâlâ onların suretlerini yakmayı ateşe haram edecek. Artık bu şefaat ediciler, kimi ayağının üstüne, kimi yarı inciğine kadar ateşe gömülerek içeriye dalmış bulacaklar. Tanıdıklarını çıkarıp dönecekler. Sonra Hak Teâlâ;

- Haydi bir daha gidin, kalbinde yarım dinar ağırlığında iman ve yakîn olan her kimi bulursanız çıkarın, buyuracak.

Yine böyle olanlardan tanıdıklarını çıkarıp dönecekler. Sonra Hak Teâlâ;

- Haydi bir daha gidin kalbinde zerre ağırlığında iman ve yakîn olan her kimi bulursanız çıkarın, buyuracak.

Yine böyle olanlardan tanıdıklarını çıkaracaklar.

Nitekim eğer bu dediğime inanmıyorsanız dedi Said-i Hudri, ilave etti ayeti.

Hâsılı Nebî ve Rasuller, melekler, müminler şefaat etmiş olacaklar derken Cebbâr-ı Müteal artık sıra benim şefaatime geldi buyuracak. Nâs’ın hesabını görmekten fariğ olur ve ümmetimden geriye kalanları ehli nâr ile beraber cehenneme sokar, Cenâb-ı Hak. O zaman ateş ehli;

- Siz Dünya’da iken Allah’a ibadet edip ona hiçbir şeyi şirk koşmadığınızın sanki size ne faydası oldu? derler. Cehenneme girmiş olan diğerleri, bu namaz kılıp oruç tutan müminleri görünce:

- Siz şirk koşmuyordunuz ama bunun ne faydası oldu! Gene girdiniz işte cehennem! diyecekler. Bunun üzerine Cebbâr-ı Müteal:

- İzzet ve Celâlim hakkı için onları ben cehennemden azat edeceğim! buyurup, göndereceklerini onlara gönderecek ve o zavallılar oradan çıkarılacaklar.

Bundan sonra Allahû Azze ve Celle:

- Melekler şefaat ettiler, Nebî ve Rasuller şefaat ettiler, müminler de şefaat ettiler! Şefaat etmeyen bir Erhamü’r-Rahimiyn kaldı! buyuracak.

Ve bundan sonra, Dünya’da iken hiçbir hayr işlemeyip de cehennemde kömüre dönmüş bir takım kimseleri çıkaracak.

Cennetin yolları üzerinde olup, “Hayat Nehri” diye tanımlanan bir nehrin içine kendileri daldırılacak. Artık Nehri Hayattan, inci gibi güzel olarak çıkıp, boyunlarında mühür halkalar gibi altınlar asılı duracak; ki ehli cennet onları, o alâmet ile tanıyıp;

- İşlenmiş amelleri, hayrları olmadığı hâlde imanlarından dolayı Allah’ın cennete ithal ettiği azatlıları bunlardır, diyecekler. Hak:

- Cennete girin gözünüzün görebildiği her ne varsa sizindir, buyuracak.

- Ey Rabbimiz sen âleminden hiç kimseye vermediğin bir ihsanda bulundun bize! diyecekler.

En nihayet cennet ile cehennem arasında, yüzü ateşe dönük bir kimse kalır ki o cennete girecek cehennem ehlinin sonuncusu olur.

- Ne olur yâ Rab, yüzümü şu ateşten döndür. Kokusu beni zehirleyip duruyor, beni yakıyor! diyecek.

Böyle adam yalvarıp duracak. Cenâb-ı Hak ona buyuracak ki:

- Peki bu senin dediğin yapılırsa, acaba başka bir şey daha istemeyecek misin?

O ise;

- İzzetine yemin olsun ki hayır! diyecek.

Allâh-u Teâlâ meşiyeti ilâhîyesi taalluk eden ahd-i misâkı verecek ve onun yüzünü cehennem tarafından cennet tarafına döndürecek. Yüzünü cennete doğru döndürünce cennetin güzelliğini görecek, önce bir süre istemekten hayâ ettikten sonra, Allah’ın dilediği bir süre sükût ettikten sonra:

- Yâ Rab ne olur beni cennetin kapısına yanaştır, demeye başlayacak. Allâh-u Teâlâ da;

- Evvelce istediğinden başka bir istekte bulunmayacağına dair bana yemin etmemiş, söz vermemiş miydin? diyecek. O da;

- Yâ Rab mahlûkatının en bedbahtı ben olmayayım, n’olur? diye yalvarmaya devam edecek.

Bunun üzerine Allâh-u Teâlâ:

- Bunu verirsem başka bir şey istemeyeceksin, söz mü? diyecek. O da,

- İzzetine yemin olsun ki başka bir şey isteyecek değilim, cevabını verecek.

Ve Rabbinin dilediği ahd-i misâkı verdikten sonra Rabbi onu cennetin kapısına yanaştıracak. Cennet kapısına varıp da ondaki revnak ve letâfeti içindeki nedret ve sürûru görünce gene Allah’ın dilediği kadar bir süre utancından sustuktan sonra:

- Yâ Rab n’olur beni içeri sok! Diye başlayacak.

Allah da;

- Allah layığını versin behey Âdemoğlu! Sen ne sözünde durmaz kimsesin. Sen verdiğimden başka şey istemeyeceğine dair daha evvel söz vermemiş miydin? diyecek. O da,

- Yâ Rab mahlûkatının en bedbahtı ben olacağım. diyecek ve tekrar duaya, niyaza devam edecek.

Allâh-u Teâlâ da ona gülecek ve cennete girmesine izin verecek. Bunu söylerken Rasulullah;

- Benim niçin güldüğümü sorsanıza? dedi.

Dedi ki: Rasulullah Aleyhi ve Sellem de böyle güldü,

- Sen Rabb-ül Âlemîn iken benimle istihza mı ediyorsun, dediğinde Rabb-ül Âlemîn’in hâline güldüm. Çünkü Cenâb-ı Rabb-ül Âlemîn;

- Benim seninle istihza ettiğim yoktur. Lâkin ben dilediğime kaadirim! buyurdu. Ve Cennete girince, “temenni et denecek”; o da uzun uzun temennilerde bulunacak; nihayet diledikleri kesilince Cenâb-ı Hak; şunu da iste, bunu da iste, şunu da iste buyuracak; ki bu şeyleri Allah aklına getirecek. Nihayet dilediklerinin tamamı kesilince, Allâh-u Teâlâ da,

- Bunların hepsini, bir o kadarı daha senin olsun! Buyuracak.

Bu arada izah ediyor;

- Ben ehli nârın, ehli ateşin cehennemden en son çıkacak ve ehli cennetin cennete en son girecek olanını biliyorum. Bu o kimsedir ki cehennemden emekleye emekleye çıkar. Cenâb-ı Hak Teâlâ Hazretleri ona cennete gir buyurur. O kimse cennete varacak ve görecek ki cennet dopdolu kendisine yer kalmamış. Dönüp;

- Yâ Rab ben cenneti dopdolu buldum, diyecek.

Cenâb-ı Hak ona:

- Git cennete gir, buyuracak. O kimse yine cennete varacak, cenneti yine dopdolu bulacak. Dönüp;

- Yâ Rab ben cenneti dopdolu buldum, diyecek.

Cenâb-ı Hak ona:

- Git cennete gir. Dünya kadar ve Dünya’nın on misli kadar yer sana aittir, buyuracak.

Rasulullah (sallâllâhu aleyhi vesellem) gerideki dişleri görününceye kadar tebessüm etti, sonra;

- Ehli cennetin en aşağı menzil ve mertebe sahibi işte bu kişidir, buyurdu.

Rasulullah Aleyhisselâtü ve’s-selâmdan:

- Ehli cennetin en aşağı makam ve menzileti nedir? diye sual oldu. Rabbi cevaben buyurdu ki:

- Bu öyle bir kimsenin makamıdır ki; o kimse, ehli cennet cennete ithal olduktan sonra gelir. Ona cennete gir denilir. O ise;

- Ey Rabbim herkes kendi menziline yerleştikten alacağını aldıktan sonra, bu nasıl mümkün olur? der.

Cenâb-ı Rabb-ül Âlemîn ile onun arasında şöyle bir muhavere olur:

- Dünya padişahlarından bir padişahın mülküne benzer bir mülke nail olsan razı mısın?

- Razıyım yâ Rab!

- İşte öyle bir mülk senin. Bir o kadar daha, bir o kadar daha, bir o kadar daha, bir o kadar daha… Beşincisinde cevabı keserek;

- Razı oldum yâ Rabbi, der.

- İşte bir o kadar şey hep senin. Onun on misli de senin. Bir de nefsin her neyi arzu ediyorsa; gözün her neden hoşlanıyorsa hepsi de senin.

- Razı oldum yâ Rab, der.

Ya ehli cennetin en yüksek makam ve menziline sahipleri nasıl olur? diye sordu. Cevaben;

- Kendim için seçtiğim kullarım var ya, işte onlar. Kerâmet fidanlarını kendi kudret elimle dikip mühür altına aldım. Onların hâlini ne bir göz görür, ne bir kulak işitir, ne de beşerden herhangi bir kimsenin kalbine bu konu girmiştir.

Allah bizleri ölmeden önce Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin bu açıklamalarının ardındaki gerçeklere erdirsin, gerekli tedbirleri alarak yaşayanlardan eylesin…