31.

Dünyamız, beynin bedensel algılama sistemine karşılık gelen evrenin zihnimizdeki sanal modeli olup; dikkatimizi evrenin potansiyellerine yönlendirmek için vardır. Bu potansiyeller, evrenle aynı özden meydana geldiğimiz için, kendi öz potansiyellerimizdir.

32.

Bedensel algılamayla kayıtlanarak dışsalı durumuna gelen evrene, beynin yüksek algı gibi yetileriyle içsel bir yoldan açılabilecek muhteşem bir kapasitede varolduğu için insan, “hilâfet” ile vasıflanmıştır.

33.

Bilinç, algıya dayalı şekillenir. Şöyle ki; bedensel algılamayla (beş duyu) kişi kendini bedende deneyimlediği için, kendini bedensel varlık kabul eder. Buna mukabil yüksek algılamayla kişi kendini beden ötesinde deneyimleyeceği için, kendini boyutsal bir varlık kabul eder.

34.

Beyinsel işlevlerin çoğu beden ağırlıklı verilerden oluştuğu için, beden her zaman beyinde daha baskın konumda olmuştur. Hakikat farkındalığını oluşturan verilerse beynin derûnunda faaliyet göstermiş; ve bizler hassasiyet gösterdikçe derinden gelen bir ışıkla aydınlanırız.

35.

Bilim gözüyle beyne baktığımızda, onun ölümlü bedenin sınırlı dünyası için var olmadığını rahatlıkla fark ederiz. İnsan her ne kadar bedensel kimliğiyle dünyadaki yaşamını bir ölümlü gibi sürdürse de, derinden gelen bir dürtüyle kendini beden ötesinde bulmayı ve tanımayı arzular.

36.

Ölüm Hakk’a (gerçeğe) urûc’tur. Gerçekliğin şartları içinde kendini bulan için dünyadaki nispetler, bedeni gibi geride kalır.

37.

Adım adım Kova çağına geçiş:
1. Her şeyin aslı enerjidir (Allah’ın Kudret vasfı). Tüm boyutları ve sayısız türleriyle evren, salt enerjinin (Tekil Kudretin) şuurlu titreşimiyle vücut bulmuş (var algılanmış); yani kudret esası üzere meydana gelmiştir.
2. Salt enerji; her şeyin kendi vücut yapısı içinde meydana geldiği bir kuantum alanına benzer. Her şey bu kuantum alanı tekilliğinde, zamansız ve mekansız bir biçimde birbirine bağlıdır.
3. Holografik evren modeli, kuantum alanına açıklık getirir. Şöyle ki; evrenin küçük bir parçasının oluşum sistemi, tamamındakiyle aynıdır. Evrenin herhangi bir parçasından hareketle tümünü kavramak mümkündür. Öncekilerin ifadesiyle, “aşağı ile yukarısı arasında fark yoktur”.
4. Her şey (rastgele değil) sistemsel bir bütünlük içinde, her an yeni bir şekil alarak toplu bir dönüşüm halindedir.
5. Her oluş, enerjiden var olduğu için benzer bir doğaya sahiptir. Ruh ve madde, enerjinin titreşim hızından dolayı birbirinden ayrı şeylermiş gibi algılanmaktadır. Gerçekte her ikisi aynı şeydir.
6. Her oluş, aktif-pasif veya etken-edilgen diye tanımlayabileceğimiz ikili doğaya (cinsiyete) sahiptir.
7. Enerjinin frekans yasaları evrenseldir. Tüm Rasul ve Nebiler insanlara ebedi saadetin bilgilerini, bu yasaları esas alarak bildirmişlerdir. Bilim bu gerçeği kuantum ve dalga mekaniği ile açıklar.
8. Geleceğin dünyası bu yasalara dayalı inşa olduğundan, insanlar Din’in mecaz ve misallerinden kurtulup gerçeğini fark ederek (bilinmez ve görünmezlerin üzerindeki örtülerin kalkarak) aydınlanacağı bir çağ olacaktır.

38.

Beynimizden yayılan EM dalgalar, her şeyi birbirine bağlayan kuantum alanının zamansız ve mekansızlığında, kendi titreşimine yakın yapılarla ortak bir rezonans alanı oluşturur ve o alanın enerjisiyle beslenenler BENZER TÜRLERe dönüşürler.

39.

Her birimiz, beynimizle (hatta daha önemlisi kalbimizle) yaydığımız elektromanyetik dalgaların frekansına yakın yapılarla oluşturduğumuz rezonans alanının, bizlere sunduklarını yaşarız.

40.

Beyindeki görme işlevini yerine getiren devre, gözlerin duyarlı olduğu frekans aralığındaki verilere şartlanmış olarak çalışır. Halbuki beynin görme devresi, gözler dışında bir çok dalgaları da okuyup görüntüye dönüştürme özelliğine sahiptir.
Yüksek frekansta titreşenlerse, yüksek frekanslarla (o frekans boyut ve canlılarıyla) rezone olur ve yüksek algıya dayalı vizyonlarla sıra dışı bilgi edinir veya derin varlık sırlarına agah olurlar.
Tabi burada yüksek frekanstaki boyutların canlıları (cinler) tarafından manipüle olmamak için iman veya sağlam bir varlık bilgisi zorunludur. Görmeyle ilgili verdiğim bu misal, diğer duyu araçları içinde aynen geçerlidir.

41.

Evrenin 3 boyutla (mekân) tanımlanamayacağını anlayan bilim, 4. boyutu (zamanı) da katmak zorunda kalmış. Fakat 4. boyutun dahi evreni tanımlamakta eksik kaldığı anlaşılınca, daha doğru bir değerlendirme yapabilmek için bu defa aklın sınırlarını zorlamış...
Ve teori-fizik ile 7 boyut daha ekleyerek birleşik kurama ulaşmaya çalışırken; getirisi teknolojik keşiflerle yeni çağın temellerini atıp, kurulu düzeni tabandan sarsarak bozulma sürecini de başlatmış.
Çoğunluk yaşamda tutunacak sağlam bir yer ararken... Günümüz seçkinleri, modern bilimsel veriler eşliğinde, teknolojik keşiflerin sağlayacağı ferasetle 3 mekân + 1 zaman boyutları (bedensel algı sınırları) ötesinde;
varlığın derin boyutlarını da sezip, o boyut özellikleriyle kendini tanıyarak zihnen yeni çağın nimetlerinden faydalanmaktalar.

42.

Algısı açık ve değerlendirme kapasitesi yüksek olan azınlığın anlatmaya çalıştığı “somut” bir sistemi; algısı kapalı olan çoğunluk “soyut” kabul edip, akılla deşifre etmeye çalışıyor...

43.

Günümüz dünyasını şekillendiren ve gerçekliği haline gelmiş yapay zekadan (Matrix’ten) kaçmak veya onunla mücadele etmek bir çözüm değildir. Aksine yaşadığımız zamanın gerçeklerinin farkında olarak zararlarından korunup, nimetlerinden faydalanmak olmalı.

44.

İnsanlar kendi hallerine bırakıldıklarında alışageldikleri yaşamlarına dönmeye meyillidirler. Bunun nedenini “Seçkinler”kitabımın “Dönüşüm Mücadelesi” bölümünde yazmıştım.
İşte bu sebepten Efendimiz Aleyhisselam bi duasında, “Allah’ım, beni kendi nefsime terketme” diye buyurmuş ve kendine iman edenleri daima Allah yolunda mücahede etmeleri için teşvik etmiştir.
Seçkinlerden bazısı, yeterince ilgilendiklerini düşündükleri insanları “belki kendi ayakları üstünde dururlar” ümidiyle, gün gelir onları kendi hallerine bırakırlar ve ibretle seyrederlermiş bir çoğunun nasıl tekrar fabrika ayarlarına döndüklerini.
Sonra da her birini olduğu gibi kabul etme erdemi ile hiç birini tenkit etmez; onlara imanlarını korumaları yolunda nasihatte bulunurlarmış. Çünkü önceki haline (Emmare) geri dönenler için tekrar (Mülhime’ye) yükselmeleri imkansız denecek kadar zor olurmuş.
Zira edindikleri hakikat bilgisi ve hissedişler, onlarda halen yükselmekte olduğu fikrini oluşturur ve bu doğru yolda ilerlemekte oldukları zannı, görüşlerine perde olurmuş.
Özden gelen ilahî bir zorlama olmadıkça da dışarıdan zorlayarak o sanı perdesi kalkmazmış.

45.

Kişi çok istemesine rağmen gerçek anlamıyla aydınlanamıyorsa, beyni aydınlanmakta olduğu vehmiyle onu yanıltma yoluna gidebilir. Duygusal tatmin arayan çoğunluk, vehmin bu tesirine kapılarak (oldum zannıyla) bir müddet sükun ve huzur bulur.
Bu durum, arzuların gerçekleşmemesi halinde meydana gelen stresin zararlarından kendini korumak için, beynin bilinçaltında geliştirdiği geçici bir çözümdür.
İsteği azaldığında ise onun gerçekleşmemesi de artık bir sorun teşkil etmeyeceğinden, kişi kaldığı yerden (daha önce hiç arzulamamış gibi) hayatına devam edecektir.