46.

“Kadr”, Er Rasûl’e imanın gereğini samimiyetle yaşamaya yönelmiş kulun gecesinde (en hassas anında), bir tazyikle (Melâikenin tenezzülü: karşı konulmaz içsel bir BASINÇ) hakikat nûrlarının (Ruh’un tenezzülü: Vahdet realitesinin) bilincinde patlayarak açığa çıkan, içsel bir aydınlanmadır (Fecr’in doğması)..

47.
Efendimiz Aleyhisselâm, tüm toplumu sarsacak fitne ile insanlar arasında bir kapı olduğundan bahseder ve o kapının açılmayıp, kırılarak ebediyen kapanmayacağını buyurur.

O kapı Efendimiz Aleyhisselâm’ın belirttiği üzere Hz. Ömer’dir ve kırılması, onun şehit edilmesiyle başlayan bir süreçtir.

Yahudilerin Kudüs’e ikamet etmesi, bu sürece dahildir. Zira Kudüs’ün fethinde Halife Ömer, “hiçbir Yahudinin Kudüs’e ikamet etme hakkı olmayacağı” yasası ile o cihetten gelecek fitneyi kapatmıştır.

Bu yasa, Osmanlı’nın o topraklardaki hakimiyeti boyunca uygulanmıştır. Fakat Osmanlı’nın geri çekilmesi ardından Yahudilerin Kudüs’e ikamet etmeye başlamasıyla, Hz. Ömer’in koyduğu yasa çiğnenerek, oluşturduğu kapılardan bir kapı kırılmıştır.

Bir diğer kapı da İran cihetinde olup, Çin ve Rusya’dan gelecek fitnelere karşı kalkan oluşturuyordu.

Günümüzde müslümanlar bu iki cihetten gelen fitneyle (toplumsal ahlakın bozulması, şiddetin artması ve cehalet) teslim alınmış durumda olup, ellerindeki imandan da olma noktasına gelmiştir.

Efendimiz Aleyhisselâm’ın, “kapı kırıldıktan sonra ebediyen kapanmayacağı” ifadesi, fitnenin büyüyüp olgunlaşmadan dönüşmeyeceği anlamına gelir.

Dolayısıyla kırılan kapının tamir etme mücadelesi bir netice vermeyecektir. Bu durumda yapılacak en iyi iş, imanı kurtarma yolunda verilecek bir mücadeledir.

Gündeme dair naçizane bakış açım böyledir...

Doğrusunu Allâh bilir.

Not: Asırlarca fitnenin yayılmasına engel olmuş Osmanlı’nın küllerinden doğan ve Müslümanların kalesi olan Türkiye’nin, pandemi bahanesiyle küreselci şer odaklarının işgalinden tez kurtulmasını niyaz ederim.

48.

Kuantsal boyutta hiçbir şey birbirinden ayrı (bağımsız) olmayıp, tekil bir yapı ise; kuantsal boyut temelleri üzerine kurulmuş varlıktaki çokluk algısı, tekilliğin türlü tezahürü olmaz mı?. Tevhid, algıdaki çokluğun tekil hakikat olduğunu değerlendirmektir. Vahdet ise tekil hakikat olarak algıladıklarını değerlendirmektir. Efendimiz Aleyhisselâm’ın, “Ümmetimde şirk, karıncanın ayak sesinden daha gizlidir...” ifadesi, tevhid ehli için söylenmiştir.


49.

Kur’ân’da büyük günah olarak tanımlanan şirk (düalizm), varlığın hakikatinin tek oluşunu (Vahdet) ve bunun sonucu olarak evrenin bütünselliğini (Tevhid) değerlendirememenin sonucu, anlayışta meydana gelen sapmadır.

Bu sapmanın neticesinde kişi kendini Allah’tan bağımsız bir birey ve bedensel varlık kabul edip, bedenin tabii güdümü altında ölümlü bir hayvan gibi yaşamını sürdürerek epifizini köreltir ve o kanaldan alacağı destekle ölümsüz bir şuur olmanın getireceği aşkın bir yaşamdan mahrum kalır.


50.

Gaflet, varlığın tek bir vücûd (bütünsel yapı) olduğu gerçeği bilgisinden habersiz; algıladıklarını ve kendini Allah dışında ayrı bireyler olduğu zannı ile başkalaştırarak yaşamaktır.

51.

Allah’tan razı olmak; olmuş, olan ve olacak her ne varsa, ismi Allah olan tekil hakikatin ilminde, takdir ettiği yazgıya göre Esmâ’sıyla yüz göstermekte olduğu müşahedesi içinde kendini tanımanın hissettirdiğidir.

52.

İnsan, evrensel tekilliği hissedip, bütünsel bakmanın cennetini yaşamak için meydana gelmiştir.

53.

Cennet, ismi Allâh olan evrensel ÖZün nitelikleriyle (Esmâ’sıyla) kozmik plandaki ilk açığa çıkış safhasıdır. Bu safha, yüksek farkındalıkla tespit edilen; duyarlılıkla hissedilen; düşünce gücüyle yönlendirilen ve dinde “nûr” diye işaret edilmiş, varlığın boyutsal derinliğindeki çok subtil/yüksek frekanslı dalgalardır. Allah’ın âlemlerdeki tedbiratı âlem suretlerincedir” ifadesindeki sır gereğince, cennet ehli (melekler {insan cennete melekî özelliklerle dahil olur}) bu safhayı her daim dinamik kılar.

54.

Allâh’a imanın getirisi, kendinde ve dışında Esmâ’sıyla yüz gösterenin tek bir varlık olduğunu görmenin hazzıdır (sevginin birleştirici gücü) ve bu cennetin, kişinin kapasitesine göre oluşan dereceleri vardır.

55.

İlk adım, Resûl’e iman etmenin önemine akıl erdirmektir; sonraki adım, Resûl’ün bildirdiklerini idrak etmek suretiyle vehmi kontrol altına almaktır; bundan sonra da idrakin gereğini hislerine güvenerek yaşamayı öğrenmektir.

56.

Hissetmek, tahkik ile iman edenin beyninde bir takım üst açılımları harekete geçirerek farkındalığı yükselten önemli bir duygudur.

57.

Ölümlü bedenin ötesinde ruhuyla sonsuzluğa uzanan insan, sorgulama kapasitesi kadar evrende boyutlarını belirler; idrakı kadar yer kaplar; hissettikleri kadar değerlendirir.

58.

Dünyayı kötü emellerine uygun bir şekilde dizayn etmek isteyen karanlık güçler, halkın itibar ettiği devlet yöneticileri ve bilim insanları eli ve diliyle, medya üzerinden pandemi olduğu fikrini yayarak ortamı germekte..
Korkutarak insanları teslim almak için türlü mantık oyunlarıyla zihinleri bulandırmaktalar.
Diğer yandan bu durum bedensizlerin iştahını kabartmış olmalı ki, birçok kişide görünen alışılmadık dengesiz davranış ve şikayetler buna işaret olabilir.
Otoriteye ve etrafa tabi olan çoğunluk, çelişki dalgaları arasında boğulmamak için çareyi teslim olmakta bulmuş, başlarına geleceklerden habersiz.
Fikri hür olanlar, apaçık gerçekler ışığında akıl sağlığını korumak için mücadele veriyor..
İman edenler ise “Allah’a firar edin” ayeti uyarınca, “bir devrin bitişini” özünün gereklerine uygun bir bakışla değerlendirerek yaşamaktalar.

59.

İnsan ve cin ilişkisi, insanın dünyevi çıkar ve menfaati uğruna ruhunu sattığı (bedenen ve zihnen tükendiği) bir akittir (sözleşme). Akti bozmak, genelde uzman üçüncü bir şahsın devreye girmesiyle mümkündür.. Aksi takdirde kişinin durumu cinnin insafına kalmıştır. Velhasıl iman ehli, cinlere karşı korunur ve cin bağlantılı kişi ve işlerden uzak durur.

60.

Kişiyi dışsallıktan ayırıp, bireysel varlık hissi (bağımsızlık fikri) veren vücut derisi ölümle işlevini yitirdiğinde, dışsal ve içsel ayırımı kalkar. Bütünselliğe (berzah yaşamına) geçişi, içsel dengeleri alt üst eder (Zilzâl sûresi).
Allah’a (varlığın tekil bir yapı olduğuna) imanla vefat edenin bütünselliğe uyum süreci (mezar, kabir vs) kolay olurken; imansız ölümü tadanın uyum süreci zorlu ve farklı olur.