DÖNÜŞÜM MÜCADELESİ

İkinci beyin diye bilinen enterik sinir sisteminin (ESS), yediklerimizle bağlantılı olarak beynimizi etkilediği konusu hakkında az çok bir şeyler duymuş veya okumuşuzdur. “Kırk Hadis” isimli kitabımda “Bedensel Kimliğimizin Kaynağı” başlıklı yazımda bununla ilgili bir düşüncemi paylaşmıştım.

Bu yazımda ise ESS ile beynimiz arasındaki ilişkiden örnekle;

hakikate dair edinilen bilgi ve birtakım hissedişlerin, asla kendini ilâhî yapıda tanıma ve nimetlerinden faydalanma anlamına gelmediğini anlatmaya çalışacağım.

Bir kedinin beynindeki nöron sayısı kadar nörondan oluşan ESS, vagus siniri yoluyla beynimizle iletişim kurar. Bu iletişimini ise bağırsağımızda bulunan ve bedenimizdeki hücre sayısına tekabül edecek sayıda, trilyonlarca bakterilere (mikrobiyom) dayalı olarak gerçekleştirir.

Bağırsağımızdaki bu bakteriler ESS’ni kontrol edip, vagus sinir yolu üzerinden beynimizle iletişime geçer ve binlerce çeşitten oluşan bu mikro varlıklar, türlü ihtiyaçlarının karşılanması yolunda sürekli beynimizden talepte bulunur.

Ayrıca yine bu bakterilerin ürettiği çeşitli hormonlar kan dolaşımı üzerinden beynimizi uyarmaları da ikinci bir etkileşim yolunu oluşturur.

Bağırsağımızdaki bakterilerin beynimizi istekleri doğrultusunda yönlendirecek çeşitli sinir uyarıcı araçları vardır.

Mesela, bağırsağımızdaki bir kısım bakterilerin isteklerini yerine getirdiğimizde, onlar da buna karşın dopamin hormonu üreterek kendimizi keyifli ve güvende; ya da serotonin ile neşeli ve canlı; veya endorfin ile pozitif hissetmemizi sağlarlar.

Bağırsağımızdaki bakteri türlerinden hangisi baskınsa, beynimiz ağırlıklı olarak o türün etkisine maruz kalır. Talebi yerine gelen bakterilerin beyin üzerindeki etkisi azalır ve bir müddet bizi rahat bırakırlar. Ne var ki bu defa da başka bir bakteri türü beynimizi etkileme işini devralmıştır.

Bağırsağımızdaki bakterilerin bitmek bilmez talepleri vardır ve bu taleplerini bahsettiğim iki kanal üzerinden beynimize iletirler. Bizde bu iletimin sonuçlarını “canım şunu istedi”, “iştahım yok”, “kendimi huzursuz hissediyorum”, “mutluyum”, “içim daralıyor”, “endişeliyim” gibi, bedenin halden hale dönüşen dürtülerinin mental süreçlerini yaşarız.

Kısaca bu mikro âlemin canlılarının bizim bilinç durumumuz ve beden sağlığımız üzerinde önemli etkileri vardır. “Psikobiyotik”, bağırsağımızın içindeki bakterilerin zihnimiz üzerindeki etkilerini inceleyen yeni ve gelişmekte olan bir bilim dalıdır.

Bağırsağımızdaki bu çok çeşit bakteri türleri içinde yararlı olanlar olduğu gibi, zararlı olanları da vardır. Talebine karşılık verdiğimiz (beslediğimiz) bakteri türleri çoğalarak gelişir ve beynimiz üzerinde baskın konuma geçer. Buna mukabil talebine karşılık vermediğimiz bakteri türleri azalarak işlev gücünü kaybeder.

Burada bizim için önemli olan husus, beden ve zihin sağlımızı korumak için bakterilerden gelen sinyallerin zararlı olanlarını bastıracak güçte irade göstermemizdir.

Örneğin, kilo vermek için diyet yapmaya karar verdiniz ve buna göre yeme alışkanlığınızı değiştirip bazı gıdaları listenizden çıkardınız. Halbuki listeden çıkardığınız bu gıdalar bağırsağınızın içindeki bazı bakterilerin ana besin kaynağını oluşturmaktadır. İşte bu noktada siz bağırsağınızdaki bu mikro alemin canlıları ile bir mücadeleye girmiş olursunuz. Çünkü o bakteriler beslendikleri gıdayı alma yolunda (can havliyle) sürekli beyninizi rahatsız edecek sinyaller göndereceklerdir.

Diyelim ki siz sekiz kilo vermek amacıyla girdiğiniz bir diyeti dört ay devam ettirdiniz ve amacınıza ulaştınız. İlk etapta başarı olarak algılanan bu durum, diyeti bıraktığınız andan itibaren, kısa bir süre içerisinde bu bakterilerin tekrardan beslenerek çoğalmalarına ve alışagelmiş baskın konuma gelmelerine yol açacaktır. Çünkü bedeniniz o istemediğiniz kilolu halinizi benimsediğinden, eski formunu almaya meyilli çalışır. Böylece siz tekrar o istemediğiniz kilolu halinize dönecek ve verdiğiniz o dört aylık diyet mücadeleniz boşa gidecektir.

İşte bundan dolayı esas olan bir konuda netice alana kadar mücadele vermekten ziyade; istenilen neticeyi muhafaza edecek gerekli bedensel dönüşümü sağlayana kadar mücadeleyi devam ettirmektir!

 

Başka bir ifadeyle bedenimiz, amaçladığımız o kiloyu normal kabul edecek duruma gelene kadar biz o diyeti devam ettirmek zorundayız. Bedensel bilgi dönüşümü ise bilim insanları tarafından ortalama bir yıllık süreç olarak tespit edilmiştir.

Bunun gibiimanın hakikatine ermemiz (şuur boyutunun aşkın nimetlerinden faydalanmamız) için, dinin bize önerdiği (ibadet, nefse muhalefet, mücahede ve riyâzat gibi) uygulamaları da bu diyet kapsamında değerlendirebiliriz.

İstediğiniz kiloya gelmekten ziyade, o kiloyu muhafaza edecek metabolik dönüşümü geçirmenizdir önemli olan. Bunun gibi imanın gerektirdiği hâllerle bezenme yolunda yapmamız gereken çalışmaları netice alana kadar değil; o neticeyi muhafaza edecek gerekli dönüşümü geçirene kadar devam ettirmemiz zorunludur.

Kişinin istidat ve kabiliyet durumuna göre kimi hâllerin muhafazası (bir ilhamın etkisi kadar) kısa bir sürede olurken; kimi hâller uzun bir “diyet” çalışması gerektirir.

Efendimiz Aleyhisselâm’ın “büyük cihad” diye buyurduğu nefs’in arınma mücadelesi, sadece gerekli arınmayı sağlayan kuvveleri beyinde harekete geçirme çalışması olmayıp; arınmanın meydana getirdiği sâfiyeti muhafaza edecek ölçüde gerekli kuvveleri geliştirerek, yaşamımızda baskın konuma getirmektir.

Dinde bizlere teklif edilen uygulamalar, sadece sonuç (örneğin, bir ilmî açılım ve getirisi manevi hissedişler gibi…) elde etmek için değil; o sonuçların önceki yaşam biçimini sonlandırıp, daha üst bir yaşam düzeyine geçişi sağlaması içindir. Bu geçiş gerçekleşmezse, edinilen sonuçlar geçici sarhoşluktan ileri gitmez ve biz seçkinlerin aşkın yaşam hâllerine sevgi ile, hasret ile ve gıpta ile bakmaya devam ederiz.

Kişinin geçirdiği her türlü dönüşüm, beyindeki el Bâis ismi özelliği kapsamında gerçekleşir.

“Her nefs, ölümü tadacaktır! Sonra bize döndürüleceksiniz!” (29.Ankebût: 57) âyeti, bedensel ölümü kesinleşmiş olanların, zorunlu olarak yüksek farkındalığı oluşturan bir üst yaşama geçeceklerini anlatır.

Bu ara ölüme yakın deneyimler (near death experience) ve beden dışı deneyimler (out of body experience) ise bu üst yaşam biçimine geçişi tam olarak sağlamadığı için, kişilik dönüşümü kapsamına girmez. Tekrar ediyorum, geçirilen her dönüşümün ardından önceki yaşama dönüş yolu kapanmıştır!

Risâlet, Nübüvvet ve Velâyet dahi bedensel ölüm gibi, beynimizdeki El Bâis ismi özelliğinden kaynaklanan yüksek kişilik dönüşümleridir. Tek farkla ki, bu zevat bedensel ölümü tatmadan önce, (ölüm sonrası yaşamın tüm aşamalarını kapsayan) şuur boyutu yaşamına geçerler.

“Kesinlikle bilin! Allâh Veliyy’lerine korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar” (10.Yûnus:62) âyeti, bu zevat için söylenmiştir. Çünkü kişi zorunlu ölümün getireceği farkındalığı hazmedecek gerekli ruhsal gelişimi Dünya’daki yaşamında sağlayamamışsa, ölüm sonrası yaşama adapte olamamanın acı sonuçlarını yaşayacaktır. (4)

Umarım bu yazdıklarım bir nebze de olsa, ölüm ötesi yaşam gerçeğinin kapısını aralamamıza vesile olur.

Doğrusunu Allâh bilir.

 

(4) Ölüm ötesi yaşam hakkında detaylı bilgi isteyenlere, Üstadım Ahmed Hulûsi’nin konuyla ilgili yazılarını okumalarını öneririm.