On Sekizinci Hadis-i Şerif

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, Allâh-u Teâlâ ’dan naklen şöyle anlatıyor:

“Allâh-u Teâlâ şöyle buyurdu:

- Kıyamet günü ben, şu üç zümrenin hasmıyım:

Bir kimse ki: kendisine ihsan ettim, ama o zulmetti...

Bir kimse ki: Bir hürü sattı, parasını da yedi...

Bir kimse ki: İşçi tuttu. Ondan istifade etti. Amma ücretini ödemedi...”



KIYAMET , “gerçeğin ortaya çıktığı an” anlamına gelir...

Kur’ân’da kıyametle ilgili birçok ayet insanın ölümü tatmasıyla (yani, kişisel kıyametiyle) ilgilidir... Çünkü ölümü tadan insan, dünyadaki bedenli yaşamı dolayısıyla kendisine kapalı kalan holografik evren gerçeğini deneyimler.

Şöyle ki...

Kişi, bedenin ölümü ardından yaşamını kesintisiz bir şekilde, beynin çok süptil/mikro dalgaları (biyolojik bedenin düşük frekanslı yapısına nazaran daha yüksek frekanslı elektromanyetik dalgaları) tarafından oluşturulan, ışınsal bir yapıda devam ettirecektir.

Kur’ân ifadesiyle “nâr” diye tarif edilen insanın ölüm ötesi ruhanî bedeni, biyolojik bedenin ölümü ardından sanki gözünün önünden perde kalkmış gibi, kendi türünden olan dalgalara açık hale gelecektir. Böylece kişi, içinde yaşadığı dünya ve dünyanın tabî olduğu güneş sisteminin narî yapısına karşılık gelen kesitini algılamaya başlayacaktır. Bir başka ifadeyle, görüşü keskinleşecektir.

İbrahiym Sûresi, 48 ’inci ayet bu hususu şöyle anlatır:

“O süreçte arz (beden), başka arza (beden) dönüştürülür, semâlar da (bilinçler de başka bir algılayışa)! “

Ölümle yaşanan bu algı değişimi, birçok insan için aklı zorlayan bir deneyim olacaktır.

Zira biyolojik bedenin şartlarına ve değerlerine göre yaşam sürmüş bir kişi, ölümle birlikte geçireceği algı değişimi ile bir anda kendini hiç kıyasa gelmez çok farklı şartlar ve değerler içinde bulacaktır. Hele ki ölüm ötesi yaşamın şartlarına kendini dünyada hazırlamadıysa, bu geçişin ardından onun için çok zor ve sıkıntılı bir yaşam bekliyor olduğu, Kur’ân ve Rasulullah açıklamalarında bizlere bildirilmektedir.

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz tarafından cesedi toprağa verilen Sa’d bin Muâz’ın kabri başında Allah Rasulü şöyle buyurmuştur:

“Şu seçkin kul ki arş O’nun için titremiş, gök kapıları açılmış ve binlerce melek yeryüzüne inmiştir. O bile mezarında öylesine sıkıldı ki az kaldı kemikleri çatırdayacaktı! Eğer kâbir azabından ve ölüm sonrası sıkıntılardan kurtuluş olsaydı, bu önce Sa’de nasip olurdu! O, ulaştığı mertebe itibariyle bu sıkıntılardan hemen çıkartıldı; hepsi o kadar!”

Konuyla ilgili bir başka Rasulullah açıklaması da şöyledir:

“Kabir, âhiretin konak yerlerinden ilk konak yeridir. Eğer ondan kurtulursa kişi, gerisi daha kolaydır! Şayet kurtulamazsa, gerisi daha ağırdır! Her ne (korkunç) manzara gördüm ise, kabir ondan daha korkunçtur!”

Beynin yüksek frekanstaki dalga boyundan oluşan ölüm ötesi ruhanî bedenin algılama sisteminde mesafe kavramı büyük bir ölçüde kalkacağından, milyonlarca kilometre uzaklıkta olanlar elle dokunabilecek kadar yakınlaşarak kişinin görüntü alanında belirecektir.

Güneşin yüksek frekanstaki dalga boylarını algılayacak olan insan, Güneş şartlarına ve değerlerine göre yaşayan zebanîleri görüp, neden Güneş’in insanlar için cehennem olarak tarif edildiğini görecektir.

Aynı zamanda Güneş Sistemi dışındaki sayısız yıldızların çok yüksek frekanstaki dalga boylarını da algılayacak olan insan, o yıldız sistemlerinin neden cennet diye tarif edildiğini anlayacaktır.

Bununla ilgili Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurur:

“Kul kabre konulduğunda, kabirden uzaklaşanların ayak seslerini işitir... Onlar uzaklaşırken iki melek gelir ve onu oturtup şöyle sorarlar:

- Muhammed denen adam hakkında ne dersin?

Eğer mü’minse...

- Şahâdet ederim Muhammed ALLAH’ın kulu ve Rasulüdür... Bunun üzerine.

- Şu cehennemdeki yerine bak! ALLAH onu cennettekine tebdil etti...

O, artık hem cehennemdeki yerini hem de cennette gideceği yeri görür...

İnkârcı veya gösterişte Müslüman ise şöyle der:

- Bu konuda kesin bir düşüncem yok. İnsanların konuşmalarından başka!

Ve ona şöyle denilir:

- Onu tanıyamadın ve bilemedin!

Sonra ona öyle bir tokmakla vurulur ki feryadını insanlar ve cinler dışındaki her şey işitir!”

Beynin yüksek frekanstaki dalga boyundan oluşan ölüm ötesi ruhanî bedenin algılama sisteminde birçok insan için zaman kavramı hiç geçmeyecekmiş gibi, çok farklı bir biçimde deneyimlenecektir. Bu konu Hac Sûresi, 47’nci ayette şöyle açıklanmaktadır:

“Muhakkak ki Rabbinizin indinde bir gün, size göre bin yıl gibidir!”

Kişi biyolojik bedenin ölümü ardından yaşamını kesintisiz bir biçimde kabir âlemini de içine alan berzah âleminde (güneş platformunda, Von Allen kuşağının manyetik çekim alanı içinde), o âlemin şartlarına göre devam ettirecektir.

Güneşin dünyayı kuşatmasıyla beraber berzah âleminin yaşam şartları bozularak bir dönüşüm -bais- sürecine daha girilecektir ki bu dönüşüm süreci o herkesin bildiği meşhur kıyamettir.

Sonra mahşer süreci başlar...

Ondan sonra cehennem’den kaçış süreci...

Sonrasında ise insanlar ya cehennemi ya da cenneti mesken edinerek, o boyut şartlarına uygun yapıda yaşamlarını sonsuza dek sürdürürler.

Ölümün tadılmasıyla birlikte, holografik evrenin türlü aşamalarında geçişlerle seyrini ileriye dönük olarak devam ettirecek olan insanın, bu sonsuz yaşamın şartlarına kendini sadece dünyada biyolojik beden şartları içinde hazırlayabilir ve bu konuda elindeki tek sermayesi beynidir.

Sonsuzluk için var olan insanın, kendisini sonsuzda mutlu kılacak bir beyin kapasitesiyle dünyada meydana gelmiş olması, Kudsî Hadis’te belirtildiği üzere Allah’ın ihsanıdır.

Buna mukabil bir insanın kendini bedensel varlık kabul edip, hakikatinden perdeli yaşaması öyle büyük bir zulümdür ki...

Bunun ne kadar büyük bir zulüm olduğunu anlayabilmek için, kişinin ölüm sonrasında yaşamını devam ettireceği şartları çok iyi anlaması ya da anlayamasa dahi hiç değilse o yaşam şartlarına gerektiği gibi hazırlanmamanın sonuçları hakkında uyaran Allah Rasulüne iman etmesi gerekir.

ÖZETLE... İnsanın dünyadaki yaşamını ebediyetini kazandıracak istikamette değerlendirmesi, İslâm dininde “Allah rızası” olarak ifade edilmiş...

Yine İslâm dinine göre, insanın dünyadaki yaşamını ebedî yaşamın gereklerine ters düşecek istikamette sürdürmesi, “Allah’ın gazabı” olarak ifade edilmiştir.

Bunun gibi Kudsî Hadis’te geçen: “Allah’ın husumeti”, ebedî yaşamın gereklerine göre hazırlanmamanın getireceği maddî ve manevî yanmalardır!

Peki Allah’ın husumetine maruz kalanlar kimlerdir ?

1. “Bir kimse ki: kendisine ihsan ettim, ama o zulmetti” “ = Bir kimse ki onu sonsuzda mutlu kılacak gerekli Esmâ’yı beynine, kuvveye dönüştürebilecek bir biçimde programladımAma o ihsan ettiğim bu nimeti (bir Esmâ potansiyeli olan beyin nimetini) ebedî yaşamını kazanma yolunda değerlendireceğine, bedenin geçici istek ve arzularını tatmin etme yolunda kullanarak hakkını vermedi.

2. “Bir kimse ki: Bir hürü sattı, parasını da yedi” = Bir kimse ki onu her türlü kayıtların üstünde, hakikat noktasından bakarak yaşatacak muazzam ve muhteşem bir beyin kapasitesiyle meydana getirdim, ama o hürriyetini dünyanın geçici değerlerine kul olma uğruna sattı, kendini hür kılacak beyin kapasitesini de dünyevî değerler uğruna harcadı.

3. “Bir kimse ki: İşçi tuttu. Ondan istifade etti... Amma ücretini ödemedi” = Bir kimse ki ebediyeti kazanması için ihsan ettiğim beyin nimetinden, dünyevî ihtiyaç ve arzularını karşılaması için her türlü yararlandı... Ama beynini esas varoluş gayesi doğrultusunda çalıştırmadı.

HAZIR YERİ GELMİŞKEN konumuza kısa bir ara verip, biraz da bedensel kimliğimizin kaynağı olan enterik sinir sisteminden bahsedelim...