Yirmi Dördüncü Hadis-i Şerif

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz, Allâh-u Teâlâ ’dan naklen şöyle anlatıyor:

- “Allâh-u Teâlâ şöyle buyurdu:

- Ey Âdemoğlu, senin için yaptığım taksime razı olursan, kalbini ve bedenini rahata kavuştururum... Sevimli bir kul olaraktan kısmetin sana gelir...

Şayet senin için yaptığım taksime razı olmazsan, Dünyayı sana musallat ederim...

Ve sen, bir vahşet içinde, yabanda tepinir durursun...

Sonra, izzetim ve celâlim hakkı için, o dünyalıktan, ancak kısmet ettiğime nail olursun... sen dahi bir kötü kul olarak...”



Kader’in İslâm dinine göre nasıl anlaşılması gerektiğiyle ilgili birçok ayet ve hadis mevcuttur. Örneğin Kader’e iman etmenin önemi hakkında Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz bir açıklamasında şöyle buyurur:

“Kul dört esasa iman etmedikçe mümin olamaz! Allah’tan başka ilâh olmadığına, benim Rasulü olup Hak ile gönderdiğine, ölüme ve öldükten sonra yaşamaya ve kadere iman edecek.”

“Onuncu Hadis-i Şerif” ve “On Dördüncü Hadis-i Şerif” bölümlerinde farklı açılardan kader konusu üzerinde durmuştum. “On Dördüncü Hadis-i Şerif” bölümünde kader konusunu şöyle izah etmiştim:

“Varlığa özden yönelerek basiretle baktığımızda, tasavvufta “zıtları cem etmek” diye ifade edilen, tüm boyutları ve sayısız türleriyle EVREN, Allah ilminde NOKTA tekilliğindeki holografik varlık yazgısının sistemsel açılımı içinde gelişerek meydana gelen evrensel mekanizmanın (astroloji ilmi bu mekanizmayı inceler) içsel bir hologramı olduğu görüşü, KADER kavramının esasını oluşturur.

Örneğin hücre DNA’sındaki genetik kodlar, insanın verasındaki (derûnundaki) holografik varlık yazgısıdır. Kur’ân ifadesiyle insanın “Levh-i Mahfuz” udur.

İnsan varlığını oluşturan bu yazgının açılım/işletim sistemi bilgisi (Kur’ân-ı Meciyd) dahi genlerine kodlanmıştır. Yani insan, Allah ilminde bir NOKTA olan hücre tekilliğindeki genlerine kodlanmış yazgısının sistemsel açılımı içinde gelişerek meydana gelen beden-beyin mekanizmasının içsel bir hologramıdır (hayali).

Burûc Sûresi, 21 ve 22’nci ayetler bu gerçeği şöyle işaret eder:

“Allah, onların verasından (derûnlarından) ihâta edendir!”

“Üstelik O, Kur’ân-ı Meciyd’dir. “

“Levh-i Mahfuz’dadır!”

Hücre tekilliğindeki genlere kodlanmış yazgı, nasıl bir yol izleyerek kendi içinde insan isimli hologramı meydana getirmektedir?

Cevap, Secde Sûresi, 4 ve 5’inci ayetlerdedir:

“Allah, O ki semâlar (gökler veya nefs mertebeleri olan bilinç düzeyleri) ve arzı (yeryüzü veya beden-beyin) ve ikisi arasında olanları altı aşamada – süreçte (insan itibarıyla 6 aşama: 1. Sperm/yumurta, 2. Döllenme (zigot), 3. Geometrik hücre çoğalması, 4. Hücre farklılaşması, 5. Organların oluşması, 6. Farklılaşan organların işlev kazanması – şuur ve duyuların oluşması. A.H.) yarattı, sonra Arş’a istiva etti (Esmâ özellikleriyle fiiller âleminde tedbirâta başladı)... Sizin O’ndan başka ne bir Veliyy’niz ve ne de bir şefaat ediciniz vardır. Hâlâ bunu düşünüp, değerlendirmiyor musunuz?”

Yine Mu’minun Sûresi, 12-15’inci ayetlerde bu husus şöyle açıklanmaktadır:

“And olsun ki insanı tıyn’den (balçıktan; su + mineral terkibinden) meydana gelen bir sülaleden (sperm – genetik yapıdan) yarattık. “

“Sonra onu sağlam bir karargâhta bir nutfe oluşturduk.”

“Sonra o nutfeyi bir alaka (genetik yapılı embriyo) yarattık, sonra o alakayı bir mudga (bir çiğnemlik et) yarattık, sonra o mudgaya kemikler yarattık, nihayet o kemiklere de et giydirdik… Sonra onu bir başka (ruhun oluşumu) ile inşa ettik… Yaratıcıların en güzeli Allah, ne yücedir!”

“Sonra, muhakkak ki siz bunun ardından elbette öleceksiniz (biyolojik bedensiz yaşama geçeceksiniz).”

“Sonra, kesinlikle siz kıyamet sürecinizde (olarak ölümün akabinde) bâ’s olunacaksınız (yeni bir beden yapıyla yeni bir boyutta yer alacaksınız).”

Kesinlikle yaratıcıların en güzeli Allah, ne yücedir!

Ve ne muhteşem bir mekanizmadır KADER...”

BU BÖLÜMDE kader konusuna farklı bir perspektiften bakarak incelemeye devam edeceğiz...

Allah ilminde Esmâ’sının sistemsel açılımıyla meydana gelen evren, kendi içinde sayısız oluşumlar meydana getiren muazzam bir kozmik fabrikaya benzer.

Bu kozmik fabrikada insanın oluşumuna kısa bir göz atalım...

İnsan, oluşum programını bir önceki nesilden genler yoluyla alır.

Sperm ve yumurtanın döllenmesiyle ilk hücre oluşur ve bölünerek insanı meydana getirecek sürecin bazı evrelerinde hücre DNA’sı kozmik/astrolojik ışınlar tarafından düzenlemeye tabi tutulur.

Özellikle anne rahmindeki gelişim sürecinin dördüncü ayında alınan kozmik/astrolojik tesirler çok önemlidir. Zira insan beyninin oluşumunun dördüncü ayında alınan kozmik/astrolojik tesirler, beynin tüm zihinsel fonksiyonlarını yüklenecek olan ve kişinin ölüm ötesinde yaşamını devam ettireceği ruhunu oluşturacak beyin faaliyetini başlatır.

Yine dördüncü ayda alınan kozmik/astrolojik tesirler kişinin beyninde belirli bir ömür devresi oluşturarak dünyadaki yaşam sürecini belirler.

Şayet kişide iman geni varsa ve bu geni harekete geçirecek gerekli kozmik/astrolojik tesirleri de almışsa… İman geni beyinde bir devreye dönüşerek, kişinin neticede cennet yaşamına geçişini sağlayacak nur’u ruhuna yükleyecektir.

Son olarak dördüncü ayda alınan kozmik/astrolojik tesirler beynin açılım kapasitesini de belirleyerek, kişinin maddî ve manevî rızkını tayin etmiş olur.

Böylece insan, evren isimli kozmik fabrikanın işleyiş sistemi gereklerine göre, kaderi beynine kozmik/astrolojik ışınlarla yazılmış/programlanmış olarak meydana gelir ve yaşamı boyunca kozmik/astrolojik ışınlar tarafından yönlendirilerek beyin programının gereğini yaşar.

Bu hususla ilgili Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz bir açıklamasında şöyle buyurur:

“Şüphesiz Aziyz ve Celiyl olan Allah, rahime bir melek tevkil etmiştir.

Melek, “Ey Rabbim bir nutfedir; ey Rabbim bir kan pıhtısıdır; ey Rabbim bir çiğnem ettir” der. Allah bir mahlûk hükmedip yaratmak istediğinde Melek;

“Ey Rabbim erkek midir yahut dişi midir; şakî midir yahut saîd midir; rızkı nedir; eceli nedir?” sorularını sorar. BUNLAR ANASININ KARNINDA İKEN BÖYLECE YAZILIR!”

(Not: İnsanın ölüm ötesi bedeni olan ruhunun beyin tarafından nasıl meydana getirildiği ve özellikleri hakkında daha fazla bilgi isteyenler, Üstâdım Ahmed Hulûsi’nin “İnsan ve Sırları 1” kitabı, “İnsan Ruhu Üzerine Açıklamalar” bölümünü okuyabilirler.)

İnsanda olduğu gibi, evrendeki her oluş kendi oluşum bilgisini bir başka oluştan kalıtım/veraset yoluyla alır... Oluşum süreci içerisinde kozmik/astrolojik ışınlar tarafından programlamaya tabî tutularak gayesi belirlenir ve oluşumunu tamamladıktan sonra yine kozmik/astrolojik ışınlar tarafından yönlendirilerek oluşum programının gerektirdiği bir biçimde gayesine erdirilir.



KADER İLE İLGİLİ BU AYRINTIYI DA BELİRTTİKTEN SONRA biz dönelim konumuz olan Hadis-i Şerif’e...

Ey Âdemoğlu, senin için yaptığım taksime razı olursan, kalbini ve bedenini rahata kavuştururum... Sevimli bir kul olaraktan kısmetin sana gelir...”

Dikkat edilirse Kudsî Hadis’in bu cümlesinde: “gayen Râdıye Nefs olarak tespit edilen anlayış düzeyine ulaşmak olsun...” anlamına gelen bir hedef tayin edilmektedir.

Velâyet kapsamında olan “Râdıye Nefs” düzeyinde kişi, Tecelli-i Esmâ denilen öz vasıflarıyla kendini tanıma durumundadır.

Neden Kudsî Hadis’te genel olarak iman edenlere Allah’ın kaderine razı olmaları istenmiş veya derin düşünen akıl sahipleri için rıza halinin dayandığı ve seçkinlerin yaşadığı Râdıye Nefs anlayış düzeyi hedef olarak gösterilmektedir?

Bu sorunun cevabına Bakara Sûresi, 285’inci ayet ışık tutmaktadır:

“Algıladık ve itaat ettik, mağfiretini isteriz Rabbimiz; dönüşümüz sanadır...”

Yani, “Tüm boyutları ve sayısız türleriyle evrenin, ismi Allah olan Vahidü’l-Ahadın (sayısal çokluk kabul etmez TEKin) Esmâsı ile işaret edilen (kendini tanımladığı) öz vasıflarının açığa çıkış seyri olarak “Vechullâh” olduğunu algıladık ve bu gerçeğe itaat ettik (uyumlu bir yaşam sürdük)...

Esmânın beynimizdeki aşkın potansiyelinin (hilafet kapasitesinin) farkında olarak, gerekli Esmânın beynimizde kuvveye (beyin devresine) dönüşmesiyle bizdeki bedenselliğin getirisi olan perdelenmelerin kaldırılmasını isteriz;

Zira biz boyutlar değiştirerek, türlü aşamalarda hakikatimizin Allah Esmâsı olduğu gerçeği anlayışına dönüştürülmektedir…”

PEKİ, BEDENSELLİĞİN GETİRİSİ olan hakikatinden perdelenme halleri kalktıktan sonra ne olur?

Bu sorunun cevabı da Maide Sûresi, 119’uncu ayette şöyle açıklanmaktadır:

“Bu, sadıklara, tasdiklerinin (hakikati şüphesiz ve tereddütsüz) sonucunun yaşandığı gündür! İçinde ebedî kalıcılar olarak, altlarından nehirler akan cennetler var onlar için”... Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan razı... İşte budur büyük kurtuluş!”

Râdıye Nefs , hakikatin gereğini yaşatacak Esmâ’nın beyinde kuvveye dönüşmesiyle kişide cennet diye tarif edilen, hakikatinin gereğini kemâliyle (yani bedensellik fikriyle kayıtlanmadan/algı sınırlarının üstünde, evrensel boyutlarda) yaşama halidir.

Yine bu konu Fecr Suresi, 27, 28, 29 ve 30’uncu ayetlerde şöyle açıklanmaktadır:

“Ey Nefs-i Mutmainne (Hakikati yaşamakta tatmine ulaşmış bilinç)!”

“Râdıye olarak, Mardiye olarak (Seyir ve tasarruf kemâlâtını yaşayan olarak) Rabbine (Esmâ hakikatine) dön (şuur olarak)!”

“Kullarımın (‘sanı varlığı’ ‘yok’luğa dönüşmüş olarak işlevlerine devam edenler) içine dâhil ol!”

“Cennetim’e dâhil ol!”

DERİNLERDEN YÜZEYE ÇIKARAK BİRAZ SOLUKLANALIM ve konumuzu şöyle toparlayalım...

Allah ilminde Esmâ sının sistemsel açılımıyla meydana gelen evrende her birim, yaşamını varoluş programı gereği kendisine takdir edildiği doğrultuda sürdürür.

Bu gerçeği anlamış ve kabul etmiş bir kişi özüyle barışık (Allah’tan razı) olarak, huzur içinde programı gereği kolaylaştırıldığı kadar sonsuzluğun şartlarına kendini hazırlar.

Boş yere üzülmeyi ya da üzmeyi; övülmeyi veya övmeyi; kızmayı, suçlamayı, itham etmeyi bırakır ve baktığı her yerde Allah ismiyle açıklanan Vahidü’l-Ahad’ın (sayısal çokluk kabul etmez TEK’in) Esmâ’sıyla ilminde açığa çıkış İRADEsini seyretme keyfiyetini, engin bir hoşgörüyle yaşar.

Bu gerçeği anlamamış ya da kabul etmeyen bir kişi, Kudsî Hadis’te belirtildiği üzere:

“Şayet senin için yaptığım taksime razı olmazsan, Dünyayı sana musallat ederim...

Ve sen, bir vahşet içinde, yabanda tepinir durursun...

Sonra, izzetim ve celâlim hakkı için, o dünyalıktan, ancak kısmet ettiğime nail olursun... sen dahi bir kötü kul olaraktan...”

Yani anne rahminde gelişmekte olan beynin 120’nci gününde aldığı kozmik/astrolojik tesirlerle rızkı (beynin açılım kapasitesi) belirlendiği halde, yine de hırs yapıp, nasıl daha fazlasını elde edebilirim diye boş yere harap eder kendini. Zira ne yaparsa yapsın, takdir edilenden başkası isabet etmez kendisine.

Hadiyd Sûresi, 22 ve 23’üncü ayetleri bu konuda bizleri şöyle uyarır:

“Arzda (bedeninizde - dış dünyanızda) ve nefslerinizde (iç dünyanızda) size isabet eden hiçbir musibet yoktur ki bizim onu yaratmamızdan önce, bir kitapta (ilim boyutunda oluşmuş) olmasın! Muhakkak ki bu Allah üzerine çok kolaydır!”

(Bunu bildiriyoruz) ki elinizden kaçana üzülmeyesiniz ve size verdiği ile de sevinip şımarmayasınız! Allah çok övünen kibirli hiçbir kimseyi sevmez!”

Doğrusunu bilen Allah

tır...