Beşinci Hadis-i Şerif

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:

- “Yüceliğine yüce, mübârekliğine mübarek ALLAH, dünya semasına nüzul tecellisi eyler ve buyurur:

- Yok mu tevbe eden? Ki onun tevbesini kabul edeyim...

- Hani duacı? Ki onun duasına icabet edeyim...

- Bağış talebinde bulunan yok mu? Ki onu da bağışlayayım...”



Bedensel dürtüler (hormonların kimyasal etkisi) ve bedenin kesitsel algılama organları olan beş duyudan beyne ulaşan veriler, beyin içinde beden ve dünya algısı ve bu algıya dayalı olarak da beynin semâsı hükmünde olan bilincini oluşturur. Dinî ıstılahta beden kaynaklı bilince, “dünya semâsı” denmiştir.

Buna mukabil yüksek frekansların beyne geçişini sağlayan epifiz ise, kişinin kendini beden kayıtları dışında, semâ katları olarak ifade edilen evrensel boyutlarda tanıması, hissetmesi ve yaşamasını sağlayan çok önemli bir beyin devresidir.

Anne rahminde beynin gelişim sürecinin 120’nci gününde alınan kozmik/astrolojik tesirler, yüksek frekansların önemli bir ölçüde beyne geçişini sağlayacak bir biçimde epifizi harekete geçirirse eğer... Dindeki tabiriyle “ilahî rahmet isabet ederse” ya da “iman nuru verilirse”... Kişi için, varlığın hakikati ve sistemi gerçeklerine dair edindiği bilginin, evrensel boyutlardaki karşılığını anlaması, hissetmesi ve yaşaması mümkün olur.

Aksi takdirde kişi, varlığın hakikati ve sistemi gerçeklerine dair edindiği bilginin gereğini sadece beden kayıtları içinde, çok dar bir perspektiften bakarak yaşamak zorunda kalır.



BU ÖN BİLGİ EŞLİĞİNDE konumuz olan hadisi inceleyelim:

Yüceliğine yüce, mübârekliğine mübârek ALLAH, dünya semasına nüzul tecellisi eyler ve buyurur:”

Yani, “epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekanslar, bedensellik kabulüyle perdelenmiş bilinçte evrensel bir hassasiyet meydana getirir.”

Burada önemli olan nokta şudur...

“Beyne ulaşan her veri, beyni kendi anlamına dönük işlev yapmaya teşvik eder...”

Örneğin hormonal etkiler, beyni bedenin tabiatı istikametinde işlev yapmaya teşvik eder. Bu teşvik, kişide bedensel istek ve arzuları tatmin etme duygusu şeklinde kendini hissettirir.

Beş duyu kanalından gelen verilerle beyin içinde dünya algısı/vizyonu oluşur. Bu algı, aslında evrensel bütünlükten bir kesittir (numûne). Ne var ki bu kesitsel algı bir yandan evreni algılanan kesitten ibaret olduğu sanısıyla kişinin bilincini bloke eder; diğer yandan da kişiyi varlığın tekliği esasından koparır.

Epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekanslar ise beyin performansını artırıp, beyinde algı açıklığı meydana getirerek içinde yaşadığı dünyanın Allah ilminden bir kesit olduğu gerçeğini fark etmesi yolunda beyni teşvik eder... İşte bu teşvik (beyinde meydana gelen evrensel hassasiyet) hadiste mecazî olarak “Allah buyurur:” şeklinde ifade edilmektedir.

Yüksek frekansların beyni evrensel planda işlev yapmaya teşvik etmesi, kişinin bilgisi ve halet-i ruhiyesine göre “tevbe etme”, “dua yapma” ve “mağfiret dileme” gibi halleri doğurur.

1. TEVBE

“- Yok mu tevbe eden? Ki onun tevbesini kabul edeyim...”

Tevbe etmek, hatadan dönmektir.

Hatadan dönmek için kişinin o hatasına yol açan yanlış düşünce veya davranışını fark etmesi ve bundan dolayı pişmanlık duyması gerekir.

Zira Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin buyurduğu üzere: “Tevbe, nedâmettir...”

Bütün Esmâ’nın beynine talim edilmesiyle programlanmasıyla yeryüzünde (beden şartlarında) HALİFE olarak meydana gelen insan, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah ismiyle açıkladığı hakikati evrensel boyutlarda en azâmetli, en muhteşem ve en mükemmel haliyle tanıyacak ve gereğini yaşayarak sonsuzda mutlu olacak bir beyin kapasitesine sahiptir.

İnsan, “Eşref-i Mahlûk”tur.

Böyle ulvî/yüksek frekanslı (uhrevî/alâ) yaradılışa sahip olan insanın, beynini bedensellik fikrine dayalı süflî/düşük frekanslı (dünyevî/en sefil) düşünce ve fiillerle kayıtlaması, Kur’ân ve Rasulullah açıklamalarına göre insanın kendine yaptığı en büyük zulümdür.

Kendini bedensel bir varlık kabul etmekle kişinin kendine yaptığı zulmü fark edebilmesi ve bu zulmünden kurtularak hakikatinin gereği halleri yaşaması için, epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekansların beyinde oluşturacağı evrensel hassasiyetin, kişide kendini beden kabul etmesinden kaynaklanan hatalarından dönme/tevbe etme arzusunu doğurması gerekir!

2. DUA

“- Hani duacı? Ki onun duasına icabet edeyim...”

Dua nedir?

Dua , bir Esmâ potansiyeli olan beyni istenilenleri gerçekleştirme doğrultusunda harekete geçirme çalışmasıdır.

Başka bir ifadeyle dua, beyin faaliyetlerini istenilenlerin gerçekleşmesi istikametinde yönlendirmektir.

Konumuz olan hadise göre manası ise...

Epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekansların beyinde oluşturacağı evrensel hassasiyetin, kişide hakikatini bilme ve yaşama iradesini tetiklemesidir.

3. MAĞFİRET

“- Bağış talebinde bulunan yok mu? Ki onu da bağışlayayım...”

Bağışlanma ...

Yani mağfiret, hakikatinden perdelenmemek için gerekli Esmâ’nın beyinde kuvveye (beyin devresine) dönüşümünü talep etmektir.

Konumuz olan hadise göre manası...

Epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekansların beyinde oluşturacağı evrensel hassasiyetin, kişide hakikatinin gereğini yaşamasına engel olan hallerini bastıracak yeni kuvveler (beyin devreleri) oluşturma yolunda beynin harekete geçirilmesi talebidir.



RASULULLAH (S.A.V.) EFENDİMİZ BİR BAŞKA AÇIKLAMASINDA: “Gecenin son üçte birinde Rabbim dünya semâsına nüzul eder de dua edenlerin dualarını kabul eder...” diyerek, açıklamasına “gecenin son üçte biri” bölümünü de eklemiştir.

Neden gece ve neden gecenin son üçte biri?

Birçoğumuzun da bildiği gibi güneş ışınlarına karşı duyarlı olan epifiz, güneş ışınlarının dünyanın arka tarafında kalarak tamamen kesildiği bir vakitte aktivitesini artırır. İslâm dininde gece kalkıp ibadet yapılmasının önemi bundandır.

Müzemmil Sûresi, 1-6’ncı ayetler , gece ibadet yapmanın fazileti hakkında şöyle der:

“Ey Müzemmil (örtünen)!”

“Azı hariç geceleyin kalk;”

“Yarısı kadar yahut azıyla,”

“Yahut onu arttır ve Kur’ân ’ı üstünde tefekkür ederek oku!”

“Muhakkak ki biz sana ağır bir söz ilkâ edeceğiz (şuurunda yaşatacağız)!”

“Muhakkak ki gece kalkışı, algılamada kapsam ve hitabı değerlendirmede daha berraklık getirir!”

Yine İsrâ Sûresi 79’uncu ayette:



“Ayrıca gecenin bir kısmında, yararını göreceğin, Kur’ân’la teheccüde kalk (uyanarak salâtı yaşa)! Umulur ki Rabbin sende Mâkam-ı Mahmûd’u bâ’seder (sende o makamın özelliklerini açığa çıkartır... (Ve çıkartmıştır da “inna fetahna leke” ayetinde bildirilen husus ile.))

Ayetlerde gecenin belirli vaktinde ibadet etmek için kalkıp özellikle Kur’ân ile değerlendirilmesi yolunda bir uyarı vardır. Yani “kendince/keyfince değerlendir” demiyor, “Kur’ân’ı üstünde tefekkür ederek oku” veya “Kur’ân’la” diyerek bir kayıt getiriyor. Çünkü Kur’ân, epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekans desteği ile Allah ilmine (varlığın hakikati, oluşum ve gelişim sistemi gerçeklerine) dair edinilen bilginin beşerî boyutta (bedensel algılama ile kayıtlı yaşam boyutunda) açığa çıkarılışı veya aktarımıdır. Allah ilminin bu yolla açığa çıkarılışına veya aktarımına dinde Risâlet veya Nübüvvet denmiştir.

Yeryüzünde bir benzeri ve örneği olmayan Kur’ân’ın her bir harfi, kelimesi, ayeti ve suresi, bilinci epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekansların değerlendirilmesine yönlendirici (yükseltici) kuvvelerin (meleklerin) sayfalara yazı olarak kodlanmış halleridir.

Kur’ân’ın her bir Harfi, Kelimesi, Âyeti ve Sûresi, Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin Ahfâ’sından, Hafî’sine (Sıfat tecellisi), oradan Sırrına (Esmâ tecellisi) ve Ruhuna (Fuad-Esmâ manaları yansıtıcısı), Ruhundan da kalbine (şuuruna) ilkâ olmuş (açığa çıkarılmış) ve bizlere aktarılmış evrensel ilim ve kudrettir.

Bu yüzdendir ki orijini kaybolmuş Tevrat ve Hz. İsa (a.s.)’nın havarilerinden nakil yollu oluşmuş İncil ASLA Kur’ân ayarında değildir.

AYRICA yüksek frekansların epifizden beyne geçişi sadece gece vaktine has bir oluşum değildir. Böyle olsaydı Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin sadece gece vahiy alması gerekirdi.

Yüksek frekanslar hem gece vakitlerinde hem de gündüz vakitlerinde epifizden beyne geçiş yaparak, beynin arınmışlık düzeyine göre değerlendirilir. Yeter ki insan bunu mümkün kılacak gerekli arınma çalışmalarını işine geldiği gibi değil, Kur’ân ile(!)... Yani Allah Nebî’sinin vahye dayalı bildirdiği şer’î hükümlere göre yapsın!

Dolayısıyla hadisteki: “gecenin son üçte birinde...” cümlesinin bir diğer derinliği:

“Tüm boyutları ve sayısız türleriyle evrenin, ismi Allah olan Vahidü’l-Ahad’ın ilminde Esmâ’sının açığa çıkışı seyrinden ibaret olduğu farkındalığı ve hissiyatının gücü, var zannedilenleri YOKLUĞUN karanlığına/gecesine gömdüğü vakitte...”

“Rabbim dünya semâsına nüzul eder de dua edenlerin dualarını kabul eder...”:

“Epifizden beyne geçiş yapan yüksek frekans desteği ile beyin performansı artıp, kişinin ilmi ve inancının belirlediği oranda vehim kuvvesi olan amigdalanın beyni kısıtlayıcı etkileri geçici bir süre kalkar ve duasına icabet edecek gerekli Esmâ beyinde serbestçe (hiçbir şarta bağlı olmaksızın) kuvveye dönüşür.

Bu gerçek Kur’ân Çözümünde, Duhân Sûresi, 1-5’inci ayetlerde şöyle açıklanmaktadır:

“Ha (hayat), Miim (ilim - Hakîkat-i Muhammedî);

“Kitab-ı Mubiyn (apaçık Sünnetullâh ve hakikati bilgisi).

“Biz Onu mübarek bir gecede (“yok”luk hâlinin yaşandığı anda) inzâl ettik! Uyaranlar biziz!”

“Bütün işlerin hikmeti onda (o “yok”luk hâli içinde) fark edilir;”

“İndimizden hüküm ile! (Rasulleri) irsâl edenler biziz!”

Doğrusunu bilen Allah’tır...