Kırkıncı Hadis-i Şerif

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz , şöyle buyurdu:

- “Bir kimse... Allâh-u Teâlâ katındaki menzilesini bilmek istiyorsa... yüce Allah’ın kendi yanındaki menzilesini öğrensin...

Çünkü Allâh-u Teâlâ kula vereceği dereceyi, kulun kendi nefsinde onun için verdiği derece üzerinden tayin eder...”



“Ameller niyetlere göredir” ve “mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır” hadisleri, kişinin çalışmalarının karşılığını niyeti ölçüsünde alacağı anlamında söylenmiştir.

Kişinin gönlünün meyli, Allah’a erme yolunda yaptığı çalışmalardan önceliklidir...

Yaptığı çalışmalarsa, samimiyetinin belirtisidir.

“İnsan için yalnızca çalışmalarının (kendisinden açığa çıkanların) sonucu oluşacaktır!” ayeti gereğince; ibadet ve riyâzetle kişi beynini hakikatinin gereklerini yaşatacak doğrultuda harekete geçirir ve samimiyeti kadar yaptığı çalışmalarının karşılığını alır.

Tabi konu Allah olunca, bunun üzerinde biraz durmak gerekir.

Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah ismiyle açıkladığı hakikat, Vâhidü’l-Ahad (sayısal çokluk kabul etmez TEK) olduğundan kendinden başka varlık kabul etmez (gayrından münezzeh) ve bir yakınlık düşünülecek olursa, ancak kendisi kendine yakındır!

Dolayısıyla Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Allah ismiyle açıkladığı hakikate ermeyi arzulayan, kalbinde Allah’tan başkasına yer vermemesi gerekir. Çünkü Allah sevgisi, Allah’tan gayrını ifna eder! Etmiyorsa, o zaman kişinin Allah’a olan sevgisi, gereğini yaşatacak yeterlilikte değildir.

Bu konuyla ilgili Gavs-ı Âzâm Abdulkâdir Geylânî (k.s.) Hz.leri “Risâle-i Gavsiye”sinde şöyle der:

“Yâ Gavs!

Kullarımın faziletlisi ve sevgilisi onlardır ki; evladı ve ana-babası olup da kalbi onlardan fariğdir! Eğer, ana-babası ölse hiç hüzün çekmez! Evladı ölse yine kederlenmez! Kulum bu mertebeye ve menzile eriştiğinde, benim indimde “ana-babasız ve evlatsız” “lem yelid ve lem yûled ve lem yekün lehu küfüven ahad” olur!”

Örneğin kişi annesini sever, babasını sever, eşini sever, çocuklarını sever, arkadaşlarını sever, evini sever, arabasını, yaratanını sever, ülkesini sever vs... Her biri verdiği değer kadar kalbinde ayrı bir yer kaplar. Hâlbuki kişi ayrı ayrı isimlerle neye işaret ederse etsin, işaret etmekte olduğu şeyin Allah Esmâ’sından gayrı bir varlığı yoktur.

Rasulullah (s.a.v.) Efendimizin : “Allah’ım, bana eşyanın hakikatini göster” duası, algıladıklarımızın hakikati olan Esmâ’dan perdelenmememiz için bir işarettir.



BU ÖN BİLGİDEN SONRA biz konumuz olan hadise dönelim...

“Bir kimse... Allâh-u Teâlâ katındaki menzilesini bilmek istiyorsa... yüce Allah’ın kendi yanındaki menzilesini öğrensin...

Çünkü Allâh-u Teâlâ kula vereceği dereceyi, kulun kendi nefsinde onun için verdiği derece üzerinden tayin eder...”

Hadisin genel manası:

“Bir kimse Allah ismiyle işaret edilen hakikat indindeki derecesini bilmek istiyorsa... Gönlünün Allah’a olan meyline ve bu yolda samimiyetle yaptıklarına baksın...

Çünkü Allah ismiyle işaret edilen hakikate dair kendisinde tecellî edecek kemâlat (ilim ve kudret açılımı), o kişinin kalbinde Allah için açacağı yer kadardır...”



ÖZEL MANASI ise anladığım kadarıyla şöyledir...

Hadiste bahsi geçen “bir kimse”, hakikate erme ve gereğini yaşama arzusunun kalbinde gayrına yer bırakmadığı Velî’lerdir.

“Menzile” ve “derece” ifadeleri Bakara Sûresi, 253’üncü ayette:

“İşte o Rasullerden bazısını daha üst özellikli kıldık. Onlardan kimi Allah kelâmına muhatap oldu, kimini de derecelerle daha yükseltti.”

şeklinde belirtildiği üzere, Risâleti ve Nübüvveti kapsamına alan Velâyet mertebeleriyle ilgilidir.

Üstâdım Ahmed Hulûsi , “Velâyet ve Nübüvvet türleri” yazısında 17 derece olarak tespit edilen Velâyet kemâlâtını sırasıyla şöyle açıklar:

1. Velayeti Suğra; Evliya’nın velayetidir. İlmi, ilmi Bâtın’dır. Fenâfillah sonucudur.

2. Velayeti Kübrâ ; Enbiyâ’nın velayetidir. İlmi, Bâtın’dır. Bekâbillâh sonucudur.

3. Velayeti Uzmâ ; Müferridûn, Gavs, Müceddid ve İnsan-ı Kâmil velayetidir; Nübüvveti Târifiye kemâlatının vârisleridir; ilimleri, ilmi Ledünn’dür. Refik-i Â’lâ olan Mele-i Â’lâdır.

4. Velayeti Ulyâ ; Mele-i Â’lâ velayetidir; İnsan-ı Kâmil buna dâhildir. Melekûtun varlık âlemindeki tedbirâtı bunlar tarafındandır.

Kemâlâtı Enbiyâ:

5. Kemâlâtı Daire-i Nübüvvet ; Lâ mevcûda illAllah hakikati.

6. Kemâlâtı Daire-i Risâlet ; Zâtın tecelli-i daimîsinden letâifi aşer.

7. Kemâlâtı Daire-i Ulü’l-Azm

Hakayiki Selâsei İlâhî (Üç hakikati ilâhî); Velayeti Suğra aşağıdaki üç kemâlâtın tamamlanması sonucu oluşur. Tecelli-i Esmâ mertebesidir.

8. Hakikat-i Kâbe

9. Hakikat-i Kur’ân

10. Hakikat-i Salât

11. Seyri kademi memnu: Mabûdiyeti Sırfı Zâtî ; Ruh-u Â’zâm, Kelime-i Tevhid’in hakikati.

Bundan daha üstü ise Hakayıklar yani “Hakikatlerin yaşanması” mertebeleridir. Öncekiler ise “Kemâlâtların yaşanması” mertebesi idi. Bundan sonrası Velayeti Kübrâ mertebesidir.

Hakayıkı erbaai Enbiyâ (Dört hakikati Enbiyâ); Velayeti Kübrâ’da hasıl olan bazı kemâlattır. Tecelli-i Sıfat mertebesidir. Bunlardan biri ile müşerref olur muradı ilâhî gereğince.

12. Hakayıkı Daire-i İbrâhimîye ; Hanîfiyet.

13. Hakayıkı Daire-i Musevîye ; Sıfatîyyun, Furkan, Nefsîyyun. On ikiler ve Kırklardır.

14. Hakayıkı Daire-i Muhammediye ; Zâtiyyun, Kur’ân, Ulûhiyet, Gavs ve Aktab’dır, Müferridûn’dur. Tecelli-i Zâtî Daimî sonucudur.

15. Hakayıkı Daire-i Ahmedîye ; Vâhidiyet. İnsan-ı Kâmil’dir. Tecelli-i Zâtî Daimî sonucudur.

Tecelli-i Zât sonucu oluşan kemâlât ise iki türlüdür:

16. Lâ taayyün ; Â’mâ.

17. Hubbu Sırfı Zâtî ; Ahâdiyet.



Allah’ım, Efendimiz Muhammed’e lâyık olduğu şekilde ihsanda bulun bizim tarafımızdan, biz O’nu değerlendirmekten âciziz...