BÖLÜM 3.4 ER RAHMÂN-İR RAHIYM

Er Rahmân-ir Rahıym;

Rahmân ve Rahıym’dir. (Rahmâniyetiyle Esmâ âlemini meydana getiren ve Rahıymiyetiyle Esmâ âlemindeki mânâlar ile her an âlemleri yaratandır.)

Kur’ân Çözümü, Fâtiha Sûresi

 

Fâtiha sûresinin ilk ayetinde belirtildikten sonra, “RahmânirRahıym”in üçüncü ayetindeki tekrarın sebebini Üstadım Ahmed Hulûsi “Rahmân ve Rahıym” yazısında şöyle anlatır:

Bismillâh, eğer Fâtiha’nın ilk âyeti ise “RahmânirRahıym” 3. âyet olarak niçin bir defa daha tekrar edilmiştir?

“B” sırrının işaret ettiği şekilde ismi ALLÂH olanın Rahmâniyet ve Rahıymiyeti kişinin nefsinden zuhur etmektedir. Bu sebeple kişi, gerek zâhiri ve gerekse bâtınî yönünden Rahmâniyet ve Rahıymiyet nimetlerine özünden gelen bir yolla erişmektedir; anlamını çıkartabiliriz.

Bundan sonraki âyette ise olayın âfakî yani birimin algılayabildiği evrenini ele alan yönüne işaret edilmektedir. Yani algılayabildiğin tüm âlemlerde her ne varsa, bunların hepsi, onların da özlerinden gelen bir biçimde yani Rubûbiyet’lerinden, özlerindeki Esmâ bileşiminden gelen bir biçimde; Rahmâniyet ve Rahıymiyet özellikleriyle varlıklarını devam ettirmektedirler.

Birinci âyette, Ulûhiyete kulluğun kişinin özünden gelen şekilde ve özüne dönük olarak meydana gelmekte olduğuna işaret edilirken… İkinci ve üçüncü âyette ise âlemlerde her birimin özündeki Rubûbiyet noktasından açığa çıkan Ulûhiyet kemâlâtının Rahmâniyet ve Rahıymiyet ile meydana geldiğine işaret edilmektedir!

Şayet bunu anlayabildiysek, fark ederiz ki, birinci âyette “nefsini bilmek” sırrına işaret vardır, ikinci âyette ise “eşyanın hakikatini” bilmek sırrına işaret olunmaktadır.”

“İnsan ve Din” kitabı, “Rahmân ve Rahıym”

 

Evet… Rahmâniyet, birimin özündeki Esmâ potansiyeline işaret eder. Rahıymiyet ise, potansiyelden kuvveye dönüşen Esmâ’nın yokluktan vücuda getirdikleridir. Birimin yaşam alanı olan dünyası ve kişiliği yok iken, Allâh Esmâ’sının onu var edecek ve varlığını devam ettirecek bir sistemle bünyesinde (yani, beyninde) iş görmesi sonucu meydana gelmiştir.

Bölüm 3.2’de Rahıym ismi manası hakkında şunu yazmıştım:

“Beyinde işler bir devreye dönüşen Esmâ’nın getirisi (yokluktan vücuda getirdikleri) ise, beyin farkındalık alanı diyebileceğimiz pfk’de kendini gösterir. Dolayısıyla pfk, Esmâ’nın açığa çıkış seyrinin gerçekleştiği, varlığın şuur boyutudur. Burası “cennet” olarak tanımlanan, Rahıym isminin en kapsamlı ortaya çıktığı mahaldir.”

Peki neden Rahıym isminin en kapsamlı ortaya çıktığı mahal prefrontal kortekstir?

Çünkü insan beynindeki pfk’de meydana gelebilecek farkındalık, yeryüzündeki hiçbir canlıda yoktur. Kur’ân’da insana atfedilen “hilâfet” vasfı ve ona “eşrefi mahlûk” denmesinin nedeni, pfk’deki üstün aklî işlevlerden ileri gelir.

Bu hususta Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:

“Allâh akıldan daha değerli bir şey yaratmamıştır.”

Esmâ potansiyelinin beyinde işler devrelere dönüşmesi ve bunun bilinçüstüne çıkartıp farkındalığa getirdikleri, pfk’deki aklî işlevlerce daha da zenginleştirilir. Böylece beyinde farkındalığı artıracak ve düşünceyi derinleştirecek yeni potansiyeller  harekete geçer. Pfk’in iman esaslarına dayalı işletilmesi ise, beynin aşkın potansiyellerini tetikleyerek kişiye “cennet yaşamı” denilen, Allâh’a ait kuvvelerle tahakkuk etmenin dile gelmez halini yaşatır.

Rasûlullâh Efendimizin (s.a.v.): “Aklını artır ki Allâh’a yaklaşasın!.” buyuruğu, aklî işlevlerin yürütüldüğü pfk’deki nöral bağların arttırılmasının önemine işaret etmektedir. Ancak bu şekilde beyindeki bilinmeyen potansiyeller harekete geçerek insan, insan olmanın izzet ve şerefine ulaşır.

Kitap boyunca pfk’deki aklî işlevlerin önemi üzerinde sık sık durdum. Kitabın bir bölümünde anlatamadığımı diğer bölümünde açmaya çalışarak bizi insan yapan esas beyin devresinin pfk olduğundan bahsettim.

Çünkü bir çok ayette açık ve net bir biçimde belirtildiği üzere, Kur’ân akıl sahiplerine inzâl olmuştur. Dolayısıyla İslâm dininin esas muhatabı aklını kullananlardır. İslâm dininin gerçeğine ermiş ve insanlığı Allâh ve Rasûlü yolunda aydınlatmış birçok önde gelen tasavvuf ehlinin fazileti, akıllarını çok üst kapasitede kullanmış olmalarındandır. İşte, insanın izzeti ve şerefi olan aklının beyindeki yerinin prefrontal korteks olduğunu anladıktan sonra, tüm dikkatimi bunun üzerinde yoğunlaştırdım.

Örneğin, “Akıllı, nefsini kontrol altına alıp, ölümünden sonraki ebedi hayat için hazırlanan kimsedir..” hadisi, pfk’in beyin genelini iman bilgisi doğrultusunda kontrol edip yönlendirme yetine işaret etmektedir.

Rasûlullâh Efendimizin (s.a.v.) bildirdiğine göre kişinin aklı, ancak ölüm sonrası yaşamı düşünebilme durumuna geldiğinde… Daha doğrusu, beynini ebedî yaşamın şartlarına uygun bir biçimde çalıştırmaya başladığında olgunlaşır. Bunu anlatan hadis şöyledir:

Hz. Ömer, Ebu Hureyre ve Ubey bin Kâb (r.a.) Rasûlullâh’ın (s.a.v.) huzuruna gelerek şöyle sordular: “Yâ Rasûlullâh!. İnsanların en âlimi kimdir?.”

Rasûlullâh (s.a.v.) cevap verdi: “Akıllı olandır..”

Tekrar sordular: “En çok ibadette olanı kimdir?..”

Rasûlullâh (s.a.v.): “En çok akıllı olan!..”

Bu sefer: “İnsanların en faziletlisi kimdir?..” diye sordular.

Rasûlullâh (s.a.v.): “En akıllı olan!..” buyurdu.

Sordular: “Yâ Rasûlullâh, akıllı kimse, mürüvvet sahibi, cömert, konuştuğunu bilen ve hatırı sayılan kimse değil midir?..”

Rasûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bütün bu saydıklarınız dünyalık ve dünyaya ait şeylerdir. Âhiret ise korunanlarındır.”

Madem insanın şerefi aklını kullanmasından ileri gelir, o halde insana yakışan dinin hükümlerini şuursuzca yerine getirmek değil, idrakın gereği iman ederek uygulamasıdır. Bakın Rasûlullâh Efendimiz (s.a.v.) bu konuda ne buyurmuş:

Enes’den (r.a.) rivayet edildiğine göre biri Rasûlullâh’ın (s.a.v.) huzurunda birisini över. Rasûlullâh (s.a.v.): “Bu adamın aklı nasıldır?” diye sorunca sahabe: “Yâ Rasûlullâh, biz bu adamın iyiliklerinden ve ibadetlerinden bahsediyoruz. Siz aklını mı soruyorsunuz?” derler. Bunun üzerine Rasûlullâh (s.a.v.) şöyle buyurur: “İnsanlar ahmaklığı ile günahkarlardan daha büyük hatalara düşerler. İnsanların yarın kıyamet gününde mertebeleri akılları nispetindedir. İnsan aklı gibi, hidayete eriştiren ve felaketten kurtaran bir şey kazanmadı. İşitmediniz mi, facirler cehenneme atıldıklarında ‘eğer dinleseydik onları, aklımızı kullansaydık; alevli ateşte yanan halk içinde olmazdık!.’ (Mülk, 67/10) diye pişmanlık gösterisinde bulunacaklardır.”

Doğrusunu bilen ve Risâlet işleviyle açığa çıkartıp dillendiren Allâh’tır!.